SİYASET

6-8 Ekim Müslüman Kürtler için bir varlık mücadelesiydi

HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Şeyhmus Tanrıkulu, 6-8 Ekim olaylarının Müslüman Kürtler için bir varlık mücadelesi olduğunu vurgulayarak PKK'nın ve HDP'nin söylemleriyle İslami çevreleri hedef gösterdiğini, devletin ise saldırılara göz yumarak sınıfta kaldığını ifade etti.

6-8 Ekim 2014'te yaşanan ve başta Yasin Börü olmak üzere birçok kişinin vahşice katledildiği olayların üzerinden tam 11 yıl geçti. O dönemde HÜDA PAR Diyarbakır İl Başkanı, şimdiki Genel İdare Kurulu (GİK) Üyesi Şeyhmus Tanrıkulu, 6-8 Ekim 2014 olaylarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Tanrıkulu, olayların İslami kimliğe sahip Kürtler için bir dönüm noktası olduğunu belirterek, "PKK, bölgede kendisine tabi olmayan dindar insanları her zaman tehdit olarak gördü ve onları sistematik şekilde hedef aldı." dedi.

Olaylar öncesinde HDP'li yöneticilerin İslami STK'ları DEAŞ'la özdeşleştirerek hedef gösterdiğini kaydeden Tanrıkulu, başta Yasin Börü ve arkadaşları olmak üzere çok sayıda kişinin vahşice katledildiğini ve bu saldırılara göz yuman mülki amirlerin de yargılanması gerektiğini ifade etti.

"PKK bugüne kadar Müslümanların varlığını kendi devrimsel amaçlarına ulaşmada hep engel gördü"

PKK'nın geçmişten günümüze kendisine tabi olmayan dindarları katlettiğini belirten Tanrıkulu, "Öncelikle hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Rabbim makamlarını ali eylesin. Dava arkadaşları ve ailelerine de sabırlar diliyorum. 6-8 Ekim olayları bölgemiz, özellikle bölgede varlığını devam ettirmeye çalışan mütedeyyin insanlar açısından bir dönüm noktasıydı. 50 yıla yakındır bu bölgede Müslüman Kürtleri dinlerinden uzaklaştırmak için her türlü gayrı meşru vasıtaları kendilerine meşru gören, aynı zamanda Marksizm ideolojisini dayatan ve yeni bir toplum oluşturmaya çalışan, belki yeryüzünde siyonist terör rejimine benzer zihniyet ve fiiliyatta olan bir örgütle karşı karşıyaydık. Dolayısıyla PKK bugüne kadar Müslümanların varlığını kendi devrimsel amaçlarına ulaşmada hep engel gördü. Haliyle bölgede kendisine tabi olmayan dindar insan, alim ve imamları kaçırarak veya evlerine baskınlar düzenleyerek katletti, şehid etti." dedi.

6-8 Ekim olaylarında da PKK'nın Kürt illerinde kendilerine rakip olarak görmüş olduğu HÜDA PAR'ı hedef aldığını belirten Tanrıkulu, "6-8 Ekim olaylarına gelince, bu olaylardan önce de bazı toplumsal olayları bahane ederek partimize yönelik birçok defa saldırılar gerçekleştirdiler. 6-8 Ekim olaylarında ise Kobane'yi bahane eden PKK, Kürt illerinde kendilerine rakip olarak görmüş olduğu ve siyasal alanda gittikçe güçlenen ve siyasi söylemleriyle baş edemediği partimizi, üyelerimizi, sivil toplum kuruluşlarını, İslami dernekleri, medrese ve camileri, hatta sakallı ve çarşaflı olanları hedef alarak saldırılar gerçekleştirmeye çalıştı." ifadelerini kullandı.

"HDP'li yöneticiler İslami STK'ları DEAŞ ile özdeştirerek hedef göstermeye başlamışlardı"

Kobani bahaneli olaylarda HDP'li yöneticilerin hedef göstermesiyle İslami çevrelerin saldırıya uğradığını ve neticede Yasin Börü ve arkadaşlarının vahşice katledildiğinin altını çizen Tanrıkulu şunları kaydetti:

"Aslında 6-8 Ekim olaylarından 1-2 ay önce bunun altyapısını hazırlamaya başlamışlardı. O zamanki HDP'li yöneticiler, il başkanları çıkmış oldukları televizyon ve radyo kanallarında İslami STK'ları DEAŞ ile özdeştirerek hedef göstermeye başlamışlardı. Halkımız da biliyordu ki DEAŞ'ın bölgemizde pek o kadar bir etkisi yoktu. 'Toplumsal olaylar rakipleri ortadan kaldırmak için bahanedir' mantığıyla PKK, 6-8 Ekim olaylarında çok vahşi ve barbarca, belki tarihte eşine az rastlanır bir örneklikte Yasin Börü ve arkadaşlarını katletti. Daha önce yapmış olduğu katliamları kendine yakın olan ve destek veren medya vasıtasıyla ters-düz etmiş ve başarılı olmuştu. Ancak Yasin Börü ve arkadaşlarını barbarca katletmeleri medyada yer aldıktan sonra bu plan ve projeleri aleyhlerine gerçekleşti. Hem Türk hem de Kürt kamuoyunda onlara karşı büyük bir nefret oluşmaya başladı."

"Hedeflerine ulaşamadılar ve sonuç itibariyle büyük bir zararla bu olaylardan çıktılar"

"Bu bölgede Müslümanlar büyük bedeller ödedi." ifadeleriyle sözlerine devam eden Tanrıkulu, "Çünkü partimize ait 200'e yakın teşkilatımız kundaklandı, molotof ve el bombalarıyla zarar verilmeye çalışıldı. Hatta bazı il ve ilçelerde üyelerimizi toplu olarak katliamdan geçirmek için teşebbüsleri oldu. Diyarbakır'da bazı medreseleri kuşatarak öğrencileri katletmeye çalıştılar. Elhamdülillah bunda başarılı olamadılar. Allah onları rezil ve rüsva etti. Hedeflerine ulaşamadılar ve sonuç itibariyle büyük bir zararla bu olaylardan çıktılar." diye belirtti.

6-8 Ekim olaylarının aynı zamanda bölgede Müslümanların bir varlık mücadelesi olduğuna dikkati çeken Tanrıkulu, "Dolayısıyla 6-8 Ekim olayları bölgede Müslümanların bir varlık mücadelesiydi. Müslümanlar kendilerini meşru daire içerisinde muhafaza etmeleri gerektiğini de gördüler, öğrendiler. Çünkü karşılarında hak ve hukuk tanımayan, öldürmeye gelen; teşkilat, işyeri, ev, arabaları yağmalamaya gelen Vandal bir düşünceye sahip olan bir kitle vardı. O korkunç ortamda Müslümanlar büyük bir bedel ödedi, direndi ve sonuç itibariyle varlıklarını bütün baskı, katliam ve barbarca cinayetlere rağmen devam ettirdiler. Allah bir daha o tür ortamları halkımıza yaşatmasın." dedi.

"O zamanki çözüm sürecinin başarısızlığa uğramasının en büyük sebebi PKK ve bileşenleriydi"

"2013 yılında başlatılan çözüm sürecinin şu anki Milli Dayanışma ve Kardeşlik süreciyle aralarında bazı benzerlikler var ama tamamen değil." ifadeleriyle sözlerini sürdüren Tanrıkulu, şu değerlendirmelerde bulundu:

"2013'de bölge tamamen PKK'ya teslim edilmişti. Ellerinde ağır silahlarla dağlardan inen militanlar şehirlere geldi, belediyeden aldıkları desteklerle şehir merkezlerini tamamen bombalarla doldurdular ve 1-2 yıl akabinde çukur ve barikat siyaseti başladı. O dönemki çözüm sürecinde burada birçok defa yurtdışından gelen aktivist ve medya mensuplarına röportajlar verdik ve süreçle ilgili endişelerimizi dile getirdik. Süreç şeffaf değildi. Sahadaki pratiğe baktığımızda PKK'nın ciddi anlamda şehir içerisinde örgütlendiğini, kırsala dayalı şehir mücadelesi başlatacaklarını kendi medyalarında söylüyorlardı. Bunu devlet de görüyordu. Devlet, bunun karşısında kalekollar yaparak veya farklı tedbirler geliştiriyordu fakat sonuç itibariyle o zamanki çözüm sürecinin başarısızlığa uğramasının en büyük sebebi PKK ve bileşenleri olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü samimi değillerdi."

Yaşanan olaylarda en büyük zararı Kürt halkının gördüğünü söyleyen Tanrıkulu, "Devlet içerisinde silahların susmasını isteyen de vardı, 100 bine yakın insanın hayatını kaybettiği bu sürecin bitmesini istemeyen yapı ve kişiler de vardı, halen de varlıklarını devam ettiriyorlar ama buna rağmen toplumsal bir destek var. Yani Kürt halkı artık çatışmalardan ve gözyaşı dökmekten kurtulmak istiyor. Dolayısıyla büyük bir kamuoyu desteği olmasına rağmen o dönemde devlet içerisindeki FETÖ gibi yapılar ve PKK'nın bizzat kendisi süreci kendi lehlerine çevirmenin peşindeydi. Sonuç itibariyle en büyük zararı Kürt halkı gördü." şeklinde konuştu.

"Sokak eylemlerinin artmasına ve katliamların yapılmasına göz yuman mülki amirler tespit edilip yargı önüne çıkarılmalı"

Olaylarla ilgili devam eden mahkemelere dair de değerlendirmelerde bulunan Tanrıkulu, "Çukur ve barikat siyasetinden sonra Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi HDP Eşbaşkanları, milletvekilleri veya o gün insanları sokak eylemleri yapmaya davet edenlerin büyük bir kısmı yakalandı, ceza aldı. Selahattin Demirtaş da 6-8 Ekim olaylarından ceza alsa da terör örgütü adına eylemlere çağırma, devletin birliğini bozmak gibi farklı maddelerden ceza aldı. Yani Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi bizzat o olayla alakalı değil ama onlarla alakalı genel anlamda bir ceza yedi. Şu anda da mahkemeleri devam etmektedir." dedi.

6-8 Ekim olaylarında yaşanan katliamlara göz yuman mülki amirlerin de tespit edilip yargı önüne çıkarılması gerektiğini belirten Tanrıkulu, "O dönemde, bu süreç içerisinde bu vahşi katliamları teşvik eden hangi siyasi parti, parti başkanı, milletvekili, il veya ilçe başkanı fark etmez tespit edilip yargı önüne çıkarılarak adil bir şekilde yargılanmaları gerektiğini söyledik. Ayrıca bu sokak eylemlerinin artmasına ve vahşi katliamların yapılmasına göz yuman mülki amirlerin de tespit edilip yargı önüne çıkarılması gerektiğini söyledik. Bu cinayeti işleyenlerin de insanlığa karşı işlenmiş kategorisinde yargılanmaları gerektiğini belirttik. Ancak bu şartlar yerine getirildiği zaman kamuoyu bunu takdir eder, rahatlar demiştik. Fakat sonuç itibariyle geldiğimiz noktada bu olayları yapanlar, teşvik edenler, bizzat içinde yer alanlar, azmettirenlerin büyük bir çoğunluğu yargılandı, ceza aldı ve bir kısmı halen cezaevinde." diye konuştu.

"Artık halkımızın gözyaşı akmasın, kan dökülmesin"

Olaylara siyasi bir mana kazandırarak hiç kimsenin meydana gelen olayları göz ardı etmemesi gerektiğini vurgulayan Tanrıkulu, "Demek ki mazlum ve mustazafların kanını dökmek kimseye kâr kalmıyor ve dolayısıyla herkes yaptığının karşılığını bir gün görecek demiştik. Sadece olayı Selahattin Demirtaş üzerinden kişiselleştirmek doğru değil, karşımızda bir örgüt mantığı var. Nitekim halkı sokağa Abdullah Öcalan da kardeşi Mehmet Öcalan da KCK üyeleri de Kandil de davet etmişti fakat bunlarla ilgili bir dava açıldığını şahsen görmedim, duymadım. Yani burada bir çifte standart da var. Dolayısıyla olaylara siyasi bir mana kazandırarak hiç kimse bu meydana gelen olayları göz ardı edemez." diye belirtti.

Birlik ve beraberliğimizin devamı için mevcut olan sürecin de adalet temelli bir şekilde çözülmesinden yana olduklarını dile getiren Tanrıkulu, "Böyle bir Vandal düşünceye sahip olan kitleleri, özellikle büyük bedeller ödemiş olan halkımıza musallat etmek kabul edilebilir bir şey değil. İnşallah bu yapılan yanlışlardan ders ve ibret alınmıştır. Bir daha Müslüman Kürt halkına yönelik böyle organize ve örgütlü saldırılar olmaz. Halkımız bir asırdan fazla bir süre bedel ödedi, halen de ödemeye devam ediyor. Artık halkımızın gözyaşı akmasın, kan dökülmesin. Birlik ve beraberliğimizi devam ettirebilmek için de şu an mevcut olan sürecin de adalet temelli bir şekilde çözülmesinden yanayız. Bununla ilgili olarak anayasal alanda bazı değişikliklerin yapılması gerekiyor." dedi.

"Geçmişte yapılan hataların tekrar etmemesi için yasal ve anayasal olarak tedbirler alınmalı"

Tanrıkulu sözlerini şu ifadelerle tamamladı:

"Kürt halkının, vatandaşlarımızın talepleri var. Kürtçe'nin resmi dil olmasını, ana dilde eğitim ve öğretimin kabul edilmesini, geçmişte yapılan hatalardan en azından devletin özür dilemesini istiyorlar. Kürtler için gerçekten büyük bir değere sahip olan Bediüzzaman, Şeyh Said, Seyit Rıza gibi şahsiyetlerin mezar yerlerinin çıkarılmasını, bunların yerine ikame edilmeye çalışılan sahte kahramanların bir tarafa bırakılmasını istiyorlar. Böyle yapıldığı zaman normalleşme olur ve normalleşme olduğu zaman da herkes kendi inanç, fikir ve diline göre fikirlerini üretebilir, düşüncelerini açıklayabilir, tartışabilir. Böyle bir ortamın oluşması herkese fayda verir. Kimsenin birbirine ideoloji dayatmaması gerekir. Bu ister iktidar ister devlet ister farklı yapılar ister örgüt olsun, fark etmez. Sonuç itibariyle 86 milyonu kapsayacak bir anayasanın yapılması elzemdir. 86 milyon insanın kendini görebileceği, hak ve özgürlüklerin merkeze alındığı bir anayasanın yapılması gerçekten ülkemiz ve halkımızın çok ihtiyaç duyduğu bir durumdur. Bu vesileyle geçmişte yapılan hataların göz önünde bulundurularak bir daha işlenmemesi için yasal ve anayasal olarak tedbirlerin alınmasını yetkililere tavsiye ediyoruz."