DEPREM VEYA CORONAVİRUS DOĞANIN BİR İNTİKAMI MI?

30 Ekimde yaşanılan İzmir depremi veya neredeyse bir yıldır gündemimizde olan Coronavirüs salgınının izini sürüyorum.

1981 yılında Margaret Thatcher’ın tarihin tozlu geçmişine asılı bıraktığı şu çarpıcı cümleyle uğraşıp duruyor zihnim: “Ekonomi bir yöntemdir, amaç ruhları değiştirmektir.”

Hımmm

Haydaaa Bu da nedir şimdi?

Demir Leydi bu cümleyi ederken ne demek istemiştir?????

Hımmm

O zaman cevaplarımız yoksa sorularımız olsun:

Bir süredir neoliberal akıl (neoliberal: serbest piyasa ekonomisi) kapitalizmi gözümüzde doğal bir yaşam formuna dönüştürmüş olabilir mi?

Kapitalizmin kıskacında savrulan insanlık mikroskobik bir varlığın hareketi ile sadece insanın ruhuna varmayı başarmakla kalmayıp aynı zamanda insanlığın sonunu getirebilecek bir başka gerçekliği daha görmesini sağlayacak büyük bir pencere açmış mıdır?

Virüs dokunduğu ve hastalandırdığı her bedende insanın yaşam tarzının ve hastalığı var eden kaynakların kendisiyle uyuşmayan yaşam kalitesi arasındaki süreklilik çizgisini izlemeyi protesto mu etmektedir?

Bu paradoksal yaşam tarzıyla insanlığın bir virüsle ile karşı karşıya kalması ve insanın dokunduğu her yerde hareket yeteneği kazanarak tüm yapısal şiddeti ve günlük felaketleri, üretildikleri yerde, daha doğrusu hayat olan her yerde hastalığı açığa çıkarıyor olması kolektif türde bir savaş düzeninin varlığını insanlığın gerçeklik sorgusuna açıyor olabilir mi?

Koronavirüse karşı küresel bir savaşta mıyız yoksa zaten uzun zamandır insanlığa karşı savaşta olan yıkıcı toplumsal düzenin gönüllü hücre hapsine ikna olmuş mahpusları mıyız aslında?

Pandemi süresince politika ve bilim otoritelerinin salgını frenlemek konusunda en kesin aktörün insan olduğunu söylüyor olmaları uzun süredir devam eden kapitalist hapisliğin karanlık gerçeği olabilir mi?

Bu evlere kapanma durumu ataletimizin ve mekanikliğimizin normaldeki halini donduruyorsa biz de bu askıya alınmış zamanda ataletimizi ve otomatizmimizi yeterince sorgulayabilecek miyiz?

Bizi bugün sahip olduğumuz şeye getiren dün normal diye yaptıklarımızsa döneceğimiz bir normallik ortadan kalktı mı?

Karşı karşıya olduğumuz problem sadece kapitalizmin kendisi değil de aynı zamanda kendi içimizdeki kapitalizm olabilir mi?

İnsanın yaşama arzusunun uygarlığın ihtiyaç duyduğu doğal yaşam için küresel bir harekete neden olup topluca yeni bir dünya inşa etmede kararlılık ve yaratıcılık yeteneği vermeyeceğini kim söyleyebilir?

Virüs paradoksal görünse de göreceli bir eşitlik durumuna mı sokuyor yoksa insanlığı?

Doğa bir yolunu bulup da bellek yitimimizi kullanarak insanlık kavramını ve kamu yararı kavramını temize çekiyorsa ne yapacağız?

Başka bir duyarlılıkta, farklı bir yaşam tarzını örmeye başlamadan önce daha etkili etik bağ kurmak gerekliliğini sorgulamanın vakti gelmiş olabilir mi?

Bu virüs insanlığın unuttuğu soru sorma yeteceğine küresel salgın epidemiyoloji ve ekonomi politiği ile meydan okuyorsa felaket karakterine bürünen insan sorgulanmalı yoksa?

Çıkış noktası besin zincirinin, özellikle hayvan yetiştiriciliğinin, kapitalist endüstrileşmesinin trajik etkilerine sıkı sıkıya bağlı olan uygarlıksa bu derin sorgulamada insan ne yapacak?

Yaşamının egemenlik çatısı altında kutsallaştırılarak çıplak yaşam hattına indirgendiği ve adeta bir “toplama kampı” niteliğine dönüştüğü şu günlerde güvenlik politikaları ve olağanüstü hal üzerinden kendisine daha büyük bir güç devşiren iktidarlar tarafından kuşatılırsak ne yapacağız?

Güvenlik politikaları sürekli olarak bizi, içinde bulunduğumuz durumun “tekinsiz” olduğuna ve daha fazla güvenliğe ihtiyacımız olduğuna ikna ederse nasıl bir gelecek bekler insanı?

Terörün tekinsizliğinin eksilttiği güvenlik duygusu artık virüsle el mi değiştirmiştir?

İnsana kendi kararlarını kendi alıyormuş gibi hissettiren ancak insanlığın hücrelerine, duygularına, düşüncelerine, anlayışına değin sızarak iktidarını olağanlaştırdığı ve hatta insanın bedeninde bütünleştirdiği varlığıyla bireyi pasifize ettiği bir dönem kapılarını açarsa ne yapacaksın?

Ehhh Sonuç?

Sonuç mu?

Egemen güçlerin eline geçirdiği bir fırsat niteliğinde “Karantina” altına alınmak, toplama kamplarıyla eşdeğer mi düşünmelisin bu soruyu cann!

Bir virüs düşünen insan için bir virüsten fazlası olma haline dönüştürülürse özellikle insanlığı gettolaştırmak için bilinçli olarak kullanılırsa çıplak hayatlar yaşayan insan, bir nevi sadece biyolojik bir sürece indirgenerek tüm varlıksal ve ahlâki değerleri altüst edilebilir!

Distopik bir ortama sürüklenerek her şekilde insan yaşamını ele geçirmek isteyen ve karşısında savunmasız kalınan “güç” olgusu insanlık tarihini kontrol altında tutabilir!

Güç, açıkça iktidarın kendisi olduğunda  güç öznesinin kim ve kimler olduğu belli değilken birtakım lobiler, rekabet halindeki ülkeler, aşı pazarlamaya çalışan çok uluslu şirketler ya da art niyetli bilim insanları bir tarih yazabilir mi acaba insanlık için?!

Öte yandan virüsün varlığını sadece biyolojik bir silaha ya da kuşatma ve kapatma amacını taşıyan güce indirgeyerek içten içe virüse yönelik verilen her türlü çabanın nafile bir mücadele olacağı yönündeki tehlikeli alt mesajı silemeyebilir mi tarihsel belleğin?!

Dahası karantinayla birlikte yaşamların gettolaştığını söylemek, virüsün ölümcül yönünü göz ardı etmek onu oldukça hafife almak anlamına gelirse insan sadece ölüm-kalım meselesi haline getirilmiş biyolojik bir hayata indirgenmişken aklın sağlığından emin olabilir miyiz?!

Bu durumda gerçekliği görmek istememenin ya da ona yüz çevirmenin sonuçlarını bilmek gerekir:

Böyle bir ortamda virüsün kendisi bile asıl tehdit olmayabilirken hangi temele, somut bilgiye dayandığı belli olmayan ve temelde birbirinden farklıymış gibi görünen bu olası soruların çaresizce insan zihnini ikna ederek kenara sıkıştırması ve felaket senaryolarıyla  duygular üzerinden ilerleyerek yarattığı korku ve panik havası irrasyonel olana savrulmak ile rehavete kapılmak arasında zihni sıkıştırdığında insanlığı asıl daha büyük bir felaketin kucağına düşmesini de beraberinde getirebilir mi?!

Tüm bu somut gerçekliğe göre analiz yapmaktan ziyade kavramlarını mevcut olana uyarlamayı tutum edinen, yer yer dogmatik, hatta bilimi bir tehdit olarak görecek kadar şüpheci ve muhafazakâr bir noktaya ulaşmış bir zihniyet dünyayı ele geçirirse o zaman tam bir felaket olur!

İnsanlık uzun bir süredir evlerinde ve görünen o ki kimi ülkelerde virüsün realitesi ve boyutları yeterince iyi kavranamadığından bir müddet daha bu belirsizlikle devam edecek. Bu süre zarfında kendini evlerine, üstelik gönüllü, kapatmak hakim güçlerin insanları ayrıştıran iktidarlarına karşı “ortaklık”tır!

Yaptığımız şeyin anlamı birbirimizin yaşam alanlarını savunmak ve korumak için bireysel kararımızla kurulmuş bir “ortaklık”ise tam da burada, çabanın ve acıların, hatta ödenen bedellerin de ortak olduğunu ve toplumsal dayanışmanın önemini görmek en büyük iyileşmeyi beraberinde getirecektir!

Margaret Thatcher’ın tarihin tozlu geçmişine asılı bıraktığı şu çarpıcı cümleyle uğraşıp duruyor zihnim: “Ekonomi bir yöntemdir, amaç ruhları değiştirmektir.”

Selam, sevgi..