GERÇEK BİR GASTRONOMİ ŞEHRİ: GAZİANTEP

Bazı şehirler vardır; insanı sadece gezdirmez, doyurur… Hatta öyle bir doyurur ki, sadece karnınızı değil aklınızı da meşgul eder. Gaziantep işte tam olarak böyle bir şehir. Dün günübirlik gittiğim Antep’ten geriye, midemde tarifsiz lezzetler, cebimde ise koca bir soru işaretiyle döndüm.

Sabahın altısında Mardin’den yola çıktık. Üç saatlik keyifli bir yolculuğun ardından saat dokuz gibi Gaziantep’teydik. İlk durağımız, bir arkadaşımızın işletmesiydi. Sabah saati olunca klasik bir soru geldi: “Kahvaltı yaptınız mı?” Biz de “Yapmadık ama bir katmer yeriz” dedik. O da gülerek, “Dur onu söyleyelim ama ondan önce size bizim sabah olmazsa olmazımızdan ikram edelim” dedi.

Biraz sonra humuslu nohutlu dürümler masadaydı. Dürüm deyip geçmeyin; doyurucu, lezzetli ve sadece 25 lira. Ardından bol peynirli, bol tereyağlı, üstü fıstıklı bir katmer geldi. Öyle bir lezzet ki, ağzınızda eriyor. Fiyatını arkadaşımız ödedi ama sorduğumuzda “Çok uygun” demekle yetindi. Antep’te “uygun” kelimesinin gerçekten bir karşılığı var belli ki.

İşlerimizi halletmek için şehrin başka bir noktasına geçtik. Trafik var ama yormuyor; yollar geniş, tramvaylar düzenli, şehir adeta “ben planlıyım” diye bağırıyor. Çaylar, kahveler derken öğle vakti geldi. Bu kez kebap zamanıydı. Güzel bir mekânda masaya önce ikramlar, ardından lahmacunlar geldi. Sonra çift şiş Adana kebabı… Porsiyon 250 gram, fiyat 350 TL. Lezzeti anlatmaya kelimeler yetmez.

Derken şehir merkezine indik. Birkaç saatlik hoş sohbetin ardından “Sizi çok özel bir yere götüreceğim” denildi. Eski stadyumun yerine yapılan millet bahçesine doğru yola çıktık. Kalabalık, telaş, masa bulma yarışı… Nihayet oturduk. Masada ne tabak var ne fincan. Sadece sarı kâğıtlar. Sipariş alındı, biraz sonra kâğıtların içinde salata, közlenmiş biber, soğan geldi. Çatallar, sürahilerle ayranlar masaya kondu.

Çok aç olmadığımızı söyleyip dürüm külbastı istedik. Kâğıdın üzerine ekmeğin üstüne konmuş külbastılar geldi. Uzun zamandır böyle bir lezzet yememiştim. Tabaksız, bıçaksız, elle ekmeğe sararak yemek… Hem sade hem samimi. 150 gram külbastı 300 TL. Ne yediğinizi görüyorsunuz; etler karkas halinde karşınızda kesiliyor, ayıklanıyor.

Yemek bitince sürpriz bitmedi. Dışarıda self servis semaver, çay ve kahve… Hesabı ödedikten sonra çayımızı alıp, doymuş bir mide ve doymuş bir gözle oradan ayrıldık.

Sonra hesap yapmaya başladık. Altı kişi bu yemekleri Batman’da yemiş olsaydık, en az 4 bin lira öderdik. Antep’te ödediğimiz toplam para ise sadece 750 TL. Üstelik daha büyük porsiyonlar, daha fazla ikram, daha çok lezzet…

İşte burada durup düşünmek gerekiyor: Batman’a ne oluyor? Batman’daki etin, kebabın, hizmetin ne farkı var? Bu fiyatlar neyin karşılığı? Bunları ciddi ciddi sorgulamak lazım.

Gaziantep bir kez daha gösterdi ki, gastronomi sadece yemek değil; kültür, paylaşım ve adalettir. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın: Antep Millet Bahçesi içinde, Et Mangal karşılıklı… Ne yediğinizi bilerek, gönül rahatlığıyla.