İnanmak veya iyi olanı bekleme hissidir.

Güven duymak ve güvenme ihtiyacı korkudan uzak durmanın, hayata huzurlu bakmanın, can ya da mal kaybetme sıkıntısının yaşanmaması açısından güvenli limandır. Korku veya çekinme durumunda insanların kuşkuları artar, tedirginlik duymama adına birilerine ya da bir şeylere bağlanma ihtiyacı duyumsanır. Birilerine itimat etme duygusunu yaşamanın karşılığı olan güven hissi insan için ihtiyaçtır aslında.

Güven kavramı iki yönlü bir açılıma sahiptir. Birincisi karşıdaki insan veya sistemsel yapıya olan güvenlik dürtüsünün sağladığı can-mal koruyuculuğudur. İkincisi de bireysel iç huzur ve kendini tehlike ve risklerden uzak tutmanın verdiği rahatlık halidir.

Güvenlik kavramı da önemli…

Özellikle günümüz dünyasında can güvenliği önde gelen ilk dürtüsel uyarım hali. Hayatın zindana dönüşmemesi, toplumsal huzur ve bireysel ruh halinin sağlam temellerde yaşam alanlarına katılması noktasında alınması gereken tedbir ve koruyucu güvenlik unsurları vaz geçilmez ilkelere dayanıyor. Her ne kadar kolluk kuvvetleri ve yasal dayanaklarla haklar ve hukuki donanımlar sağlanmaya çalışılıyorsa da yeterli olmadığı görülüyor.

Çünkü kural tanımama, hukuksal ve yasal ilkeleri çiğneme, yasaklara başkaldırı ile kötüye yönelme ve zarar verme dürtüsü insan benliğinin ana karakterlerinden biri olduğundan, güven kavramının alınan genel tedbir ve normlarla sağlanamadığı görülüyor. Gerektiği yerde bireysel tedbir ve savunma mekanizmaları devreye girebiliyor.

Güven duymak, iletişim sayesinde gerçekleşir. İletişim kurulmadan veya iyi olana yönelik izlenimler edinmeden güven oluşamaz. İletişimin ortadan kalktığı yerde güven hissi de yok olur. Evrenin ritmi de bu yüzden bozuldu. Ahenk içinde var olan doğal sistem ile bu sistemin bir parçası olan insanın uyumlu hali tabii bir dengenin temel atıldığı var oluş üzerine kuruludur. Bu denge ve ahengi bozan etkenler nedeniyle yaşam ritmimiz ve dünyanın doğal hali bozulmaya yüz tutuyor.

İnsanlar arası ahenk ile yaşamı bir dengede sürdürme hali, “BEN” merkezli yalana kurban edilince güven duymaktan korkmaya başladık. Bireysel ahlak ile Toplumsal Tabakalaşma gereği ön plana alınan menfaat ve çıkar ilişkilerinin ortadan kaldırdığı ortak birliktelik ve beraber yaşama ruhu güvensizliği, dayanışma hissini ortadan kaldırdı.

Bireysel ve Toplumsal Kimlikler o kadar karmaşık hale getirildi ki, kimlik karmaşası ve benlik bilinci ile varlık şuuru yokluğunda güven-itimat duyguları köreldi. Ortak paylaşımlar ve birliktelik ruhunun zayıflamasına engel olamayan insanoğlu için güven duymak dürtüsü yok oldu. Çıkar ve menfaatlerin ağır basması sonucu güvensizliğin artması ile beklentiler daha çok maddi kazançlara ve kişilerden faydalanma üzerine kurgulanmaya yöneldi.

Başkalarını dışlamak ve bencillik, kişisel özelliğimiz haline dönüşerek karakterimizi biçimlendiren yönlerimizi ortaya koydu. Milyarlarca yıldır birbirinin varlığına inanan ve güvenen insan kitleleri sayesinde oluşan güven duygusunu, bencillik ve benlik şuursuzluğu ile besleyerek yozlaşma sürecine kapıldık. Çünkü değerler ve geleneksel iklim modellerimiz unutulduğundan, çevre elemanlarımızı görmezden gelmeye başladık.

İnancını (ilahi ve insani) yitirme tehlikesi yaşayan birey için tek başına kalma felaketi doğdu, milyonlarca yılın birikimi olan yaşam alanlarında benlik mahkûmu, “Yalnız İnsan” modeline dönüşen bir gelişmişlik ve değişime tanıklık edilmeye başlandı. Güvenler yitirilmiş, insana şüphe ile bakma tedirginliği ile insandan-toplumdan kaçma ve kişisel dünyasına gömülme talihsizliğinde yeni kuşak insan tipleri görülmeye başlanmış durumdayız.

Daha fazla kazanma ve kazandığını paylaşmama düşüncesi bencil ve kimlik şuurundan yoksun tipler yarattı. Tüketim dediğimiz ve israfa giden yolda paylaşımı unutan bireylere daha fazla kazanma düşüncesi doğuran dürtülerin sonucu olarak güvensiz, egoist, yalnız, sorumsuz ve çaresiz bireylerin dünya nüfusunun artışına katkı sağlayan görüntülerini doğal görmeye başladık. Fark edilmeyen şey tüketim ve fazla kazanç ile gelişme-değişme kavramlarının bir birine karıştırılmasıdır. Fazla kazanma-tüketim ile bencillik-şuur kaybı birbirinden uzak kavramlardır. Gelişmiş teknoloji ve bilimsel ilerleme ile modernliği sınırlar ötesine taşıyan insanlık, yok etme ve yıkım gölgesinde yeni yüzyıllara kapı aralama derdinde.

Kendine güveni kalmaz hale gelen birey için toplumun diğer parçalarına güven duymak imkânsız olurken, makinelerin ve sanal dünyanın ortasında tek başına kendi benliğiyle yalnızlaşmanın mağduriyetiyle başı önde hayat basamaklarını aşmaya çalışmakta. Kendine ve yaşama yeni bir anlam ararken, tüketim çağının tatmin olmayan ihtiyaçlarını gidermeyi kazanç kabul eder hale gelmekte.

Bireyin kendi çelişkilerinin yanına insan ve toplum üzerine, kurgulanan projelerin dünya siyasetine yönelik güç gösterileri eklenince ortada varlık-canlı adına bir şey kalmıyor.