HAYAT SÖZE BOĞULDU

Bunca acıya rağmen hala hayatta olduğumuza göre ya umudumuz var ya da üçkağıtçıyız.

 

Dil, insanlığın yaratılışında var olmayan sonradan edinilen bir özellik. İnsan, FoxP2 geninin geçirdiği evrim sayesinde sesleri boğumlamayı başardığında ve yutağındaki bir kapakçığı iradesiyle kontrol etmeyi öğrendiğinde dil denilen o olağanüstü  söz söyleme gücüne kavuşmuştur. Düşünce, dil sayesinde özgürleşeli beri insan ya daha iyiye olan umutlu arayışındadır ya da üçkağıtçılığında...

 

Düşünceyle başlayan insanın hayvandan kendini üstün görme serüveni dilin söze dökülmesiyle nihayet bir kanal açmış ve olağanüstü medeniyetler kurmanın yanında kötücül düşüncenin de vücut bulmasını sağlamıştır. O gün bu gündür dile gelen insanlık kendini keşfetmeye çalışmış, düşüncelerinin sınır tanımazlığında  büyük bir arayışa savrulmuştur. Bir süre sonra insan dil olmadan düşünemez de olmuştur. Bu büyük ironiye dikkatinizi çekmek isterim. Düşünceyi yani insanı ölümsüzleştiren dil, söz oyunlarıyla onu kontrol altına almak veya yok etmek için de kullanılan bir silah olmaya başlamıştır. Ne büyük ihanet.

 

19. Yüzyılda Wilhelm Von Humboldt’un temellerini attığı teoriye göre insanın düşünce süreçlerini dilden sonra kavramlar ve sözcükler yürütmeye başlar.

Dolayısıyla insan tek başına ne kadar geniş bir kavram hazinesine, sözcük dağarcığına sahipse o kadar gelişmiş bir düşünme becerisine de sahip olmuştur. Bu noktada kitap okumanın ve hatta anadilde okumanın önemi fark edileliberi insan evrimi hızlanmıştır.

 

Sözcükler, hareket ettirme gücünü beraberinde getirir. Ağızdan çıkan her sözcük bir mermi gibidir. Cümle kurarak silahlanan insan “Kapıyı kapa.” dediğinde karşıdaki kapıyı kapatır. Hatta “Pencereyi kapa.” demeden “Üşüdüm.” dediğinde karşı tarafı harekete geçirmeyi başarır. Böylesi bir gücün saklanmasının gerekliliğini keşfeden insan, ölüme karşı bir direnç oluşturması için kitapları keşfeder, mabed niteliğindeki kütüphaneler inşa edilir. Sözün kıymetlenmesi düşünceyi korumaktan öte bir davranış barındırmaz aslında. Hayatımızı değiştiren bütün haberleri her dönemde sözlerden aldık. Tam da bu sebeple sözün etkileyici gücünden yararlanmak adına edebi metinler öğretim programlarına alınmıştır. En önemlisi açılan bu kanallar halkları ikna etmek için siyasi söylemlerde kullanıldıkça somut gerçekliğimizi değiştirebilme becerisinin keşfine çıkardı insanı. Zamanla ağırlıklı olarak kötücül amaçlar için de kullanılan dilin kıvrak evrimindeki bu gizi iyi anlamak gerek. Dilin sözün kullanım alanına göre toplumları istediği gibi yönlendirme gücü artık iyiden iyiye kötücül düşüncenin elindeki silahtır.

 

Dilin evrimsel yolculuğunda neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilmek dil bilmekle olmuyor artık. Sezgisel zekanın, tarihsel hafızanın ve insan aklının kıvrımlarını iyi bilmek insan evladının kandırılmasını bir nebze engelleyebilirken sözün tozlu raflara zincirlenen kitapların içine hapsedilmesi ve söz okumanın yani kitapsevereliğin sıkıcılığına dair inancın insan zihnine yerleştirilmesi üçkağıtçılığın kendine iyice yer bulmasına olanak sağlamıştır. Belki bunu ortadan kaldırmak için geliştirilen en büyük güç hikaye anlatıcılığıdır. Dile dökülen gerçek söze gereken önemi veren milletler geleceğin de hakimi olacaklardır. Mitosların, destanların, hikaye anlatma geleneğinin yüzyıllardır süren direnci kanımca kötülüğe karşı başkaldırının da bir sonucudur.

 

Bu bilgiler ışığında anlatı metinlerinin dünyada kapladığı yeri değerlendirmeye çalışmak, insanların neden başlangıçtan beri hikayeler uydurduğunu kavramanın yollarını aramak gerek. Ne düşündüğün ne söylediğinde saklı. 

 

“...

“Neden ölüyoruz?”

(...)

“Bilmiyorum Zorba.”

“Öyleyse nedir okuduğun o külüstür kağıtlar? Neden okuyorsun? Bunu söylemiyorlarsa, neyi söylüyorlar?”

“Senin bu sorduklarını yanıtlayamayan insanın üzüntüsünü söylüyorlar Zorba” dedim.” (Zorba, Nikos Kazancakis)

 

Hayat söze boğuldu artık onu okumak lazım. İyi okumalar dilerim.

 

Fatma Şimşekoğlu Terzi