İNSANI TÜKETEN ALIŞKANLIKLAR

Konumuz alkol, uyuşturucu, kumar veya sosyal medya bağımlılığı gibi insan dışı yaşam tarzlarının sorgulanması değil!

İrademize sahip çıkmak ve istenen bir yaşam tarzı kurmak adına insanı ilgilendiren seçenekleri yaşamına katma becerisi göstermesi gerektiğini belirtmek…

İnsanı tüketen, zor gelen ve alışkanlık haline dönüşerek krizler yaratan her türlü durum karşısında bilinç sahibi olmayı becerme konusunda duyarlılık göstermenin kolay olduğunu vurgulamak amacı ön planda tutulmakta.

Hayata pozitif bakmak olaylara, insanlara, zamana ve yaşanan mekânlara olumlu bakma anlamı taşır. İnsanın yaşam alanını ilgilendiren her şeye olumsuz yönden bakmadan kabullenme sınırları dâhilinde hayatın bir parçası olarak görmeyi başarması kolay değil.

Çünkü insanlar yaşam süreçlerinde yaşanan her olayı kişisel algılama hatasına düşebilmekte. Bireyi ilgilendiren olaylar/durumlar kadar toplumu ve yaşanan insan topluluğunu ilgilendiren konuları kişisel meseleler haline getirmemek gerekiyor.

İnsanı moral değerler itibariyle üzen ve problemler yaşatan olayları bireysel manada değerlendirmek ve kişisel kabul etmek beraberinde acılar ile küskünlükleri getirebilmekte.

Aşırı stres dediğimiz yoğun duygusallığın nedeni, acılar ve küskünlükler konusunda dış dünyaya açık olmamızdır. İnsanların geçmişe takılması veya geçmişte yaşanan durumları psikolojik takıntılar hakline getirmesi gibi alışkanlıkların ortaya çıkardığı sonuç sadece yalnızlaşma ve içine kapanmış bireyler olmakta.

Enerjimizi tüketen nedenler çok olsa da enerjimizi tüketen olayları alışkanlık haline getirmeden, hayata pozitif bakmanın becerisini sergileme cesaretini göstermek lazım. Bu manda mükemmel olanı bulma gayreti insan için temel bir amaç olsa bile hedefe ulaşamamak gibi sonuçlar karşısında insanlar, aşırı içselleştirme gibi takıntılara kapılmamalıdır.

Mükemmeliyet, ideal olanı yakalama amacı taşır.

Mükemmel olana ulaşmak mutluluğun zirve noktasıdır.

Bu amaçla aşırı düşünme ve aşırı yoğunlaşma insanda beklentilerin artmasına yol açar. Beklentilerin karşılanması insan psikolojisinin uyumlu ve dengeli olmasını sağlarken; Karşılanmayan beklentiler ve varılamayan hedefler krizlerin insanı tahrip eden etkilerini ortaya çıkarmakta.

Yaşam koşullarımız her türlü ihtimali karşımıza çıkarma özelliğine sahip olduğundan dolayı her zaman mükemmel olanı ve aşırı düşünme sonucu harcanan emek potansiyelini kazanamayabiliriz.

Amaçlara ulaşamamak ve beklentilerin karşılanmaması, haliyle beraberinde savunma mekanizmalarını kullanmayı getirmekte. Suçlu aramak, hataları başkasına yüklemeye çalışmak, çözüm odaklı düşünmemek, psikolojik etkilere kapılmak gibi istenmeyen alışkanlıkların insan hayatında önemli yerler edinmeye başlar.

Bir bakıma çözüm üretecek arayışlar yerine suçlu aramaya yönelmek, kişisel sorgulamalar yerine eleştiri oklarını başkalarına yöneltmek, doğru tabirle “bilgisiz insanlarla gereksiz ortamlarda ve konularda tartışmaya girmek” sakınılması gereken seçeneklerdir.

Suçlama psikolojisine kapılmak gibi enerjimizi tüketen alışkanlıkları hayatımızın bir parçası haline getirmek hem bireysel hem de sosyal yönlü krizler yaratarak insanda acı ve kırgınlıklar doğurabilmekte.

Hem kendimizi hem de diğer insanları yargılamanın ve doğruyu bulma adına çözüm üretme seçeneğine yönelmenin bir dengesi ve ayarı vardır. Körü körüne yargılama yapmak ve suç arayıcı yollara girişmekle çözüm üretilmediği bir ortamda güven ve dengeleyici sorgulamalar takip edilmesi gereken çözüm yollarıdır.

Yargılamak ve insanları kendi düşünsel kriterleriyle değerlendirerek sosyal ilişkilere girişmek insana kolay gelen bir yoldur.

Tembellik göstermek ve çalışma/emek ruhunu başkalarından bekleyerek kendini düşünmek doğru değildir. Başkalarını kullanmak anlamı taşıyan kendini düşünme ve egoist eylemler, kişiye kolay gelen bir durum olsa da insanı tüketen alışkanlıkların ilk adımlarını oluşturur.

İnsana zor gelen şeyler aslında kötü alışkanlıkların sona ermesine sebep olacak eylemlerdir.

Kendimizi başkasının yerine koymak ve başkalarının duygu/düşünce dünyasını algılamaya çalışmak bazıları için zor olmanın ötesinde imkansız bir empati yeteneğinin yokluğunu işaret eder. Çünkü kendimizi başkalarının yerine koymak zor ve güven noktasında başkalarına karşı olan güvensizlik hissi daha fazla ağır basmakta.

İnsanlara zor gelse de güvenmek ve itimat konusunda seçici davranarak sosyal bir çevre edinmenin gayreti gösterilebilmelidir.

Doğru insanlarla ve olumlu sosyal ilişkilerle kurulacak diyalog ortamları sayesinde ortaya çıkan paylaşımlar hayata anlam katan birliktelikleri önümüze koyar.

Örneğin “Kibarlık” gibi insanlar arası iletişimin derecesini ölçen temel kriter olan bir kavramın anlaşma ve uyum ilkelerinin özü olduğu unutulabiliyor.

Kırıcı ve incitici söz/eylemlerin denge halini yakalamak için güven ilkesini iletişimin/ilişkilerin merkezine oturtmak, zor alışkanlıklar kategorisinden çıkararak insanı tüketen alışkanlıklar listesinden düşürmek gerekiyor.

İnsana olan güvenin ve empati kurarak başkalarının olaylar/insanlar karşısında ne düşündüğünü sorgulamanın en asgari seviyeye indiği zamanımızın yaşam koşullarında, bireysellik ve yalnızlaşma psikolojinin etkisiyle ortaya çıkan her türlü şiddet, saldırganlık, çirkin eylemler, zarar verici girişimler ve zihinsel kötümserliğin ortadan kalkmasının çözümü sosyal dayanışma ruhuna katkı sağlayacak olan birliktelik bilincidir.

Dayanışma ve birliktelik inancı çağımızın hastalık illetini ortadan kaldıracak sığınak durumunda. Çünkü insanlarda inanç ve güven temelli empati kurma alternatifi göz ardı edilmekte.

Garip bir soru soralım: Karşımıza çıkan şiddet eylemleri, istismar, taciz, cinayetler, saldırganlık psikolojisi ve medya organlarının bir numaralı gündemlerini oluşturan olayları doğru buluyor muyuz?