Her insanın şöyle veya böyle, bir çevresi vardır… Her hangi bir insana, “Çevrendeki insanlar içinde bir iyi bir de kötü insana örnek verebilir misin?” diye soracağınız bir soruya, kesinlikle yanıt alacaksınızdır… Gerçi iyi ve kötü kavramı kişiden kişiye değişebilir, farklılık gösterebilir. Ben kötüye rüşvet yiyen, hırsızlık yapan yönü ağır basan bir yaklaşımla bakarım, diğeri namussuzluğa taviz vermeyen yaklaşımla bakar, başkası başka yönüyle…Gerçi kötünün iyisi, az zararlısı diye bir şey yoktur, olamaz da. Ama kesin bir çizgi de koyamayız. Nasıl ki namus kavramı toplumdan topluma değişiyorsa, rüşvet kavramı da toplumdan topluma değişmektedir. Örneğin, Japonya’da adı rüşvet skandalına karışmış bir yöneticinin harakiri yaparak intihar etmesi ile bir başka ülkede yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlığı ispatlanmış bir yöneticinin de pişkin pişkin yine aynı koltukta oturmasının kötü kelimesi ile örtüşememesi gibi… Neticede nasıl bir insan olursa olsun, herkesin kendine göre bir iyi ve bir de kötü insan olgusu vardır. Zaten kanunlar, maneviyat bu iki olgu üzerinde kurulmamış mıdır?... Eğer herkes iyi olsaydı, kanunlara ne gerek vardı… İnsanlar gül gibi geçinir, kimse kimseye haksızlık etmezdi… Tabi ki herkes iyi düşünüyor olmuş olsaydı…
Neyse, biz kötüyü iyi yapma gibi bir felsefeye girme niyetinde değiliz. Amacımız kötülüklerle, yanlışlarla başlayan bir hayatın, sonunun da öyle biteceği üzerinde bir örnek vermek… Eğer yaşamınızda iyiler oran olarak fazla ise, sizi güzellikler bekliyor diyeceğiz. Yok eğer yaşamınızda kötülükler daha ağır basıyor ise üzgünüz…
Herkesten, her şeyden kaçabilirsiniz ama kendinizden asla… Beyninizin içinde size huzursuzluk veren, sizi yıpratan, yaşam zevkinizi alt üst eden ve size hükmeden yanlışlarınıza karşı; yine beyninizdeki iyilerin, bu kötü düşüncelerinizle çatışması vardır. Bunun adı vicdandır. Vicdan, kendi kendinizi, kendi elinizde olmadan yargılayan, kanaat yürüten ve en sonunda yargılayarak size hayatı zindan eden kendinizdir. Her insan hayata gözlerini saf, masum ve temiz biri olarak açar. Kimi, bu güzellikleri daha da yücelterek erdemlere ulaşır… Kimileri de olabildiğince yozlaştırarak, çürüterek, mahvederek insanlıktan çıkarmaya… İyinin de kötünün de bozulmayan, değişmeyen, istese de değiştiremeyeceği bir yönü vardır. Hangi ortamda olursa olsun, nasıl yaşarsa yaşasın, kesinlikle zerre kadar değiştiremeyeceği bir hazinesi vardır. Bu da vicdanıdır. Vicdan; insanın kendisini yargılayan kendisidir… Saflığı, masumluğu, temizliğidir…Elinde olmadan… Düşünmek istememesine rağmen beyninde ping pong topu gibi bir o yana bu yana düşünceler üreten ve huzursuz yapan temiz yönüdür. O da olmasaydı!… O da olmasaydı, inanın kötüler çok çok daha kötü olacaklardı.
Kötünün sonu kötü biter.
Yıllar önce bir film seyretmiştim. Adını, artistlerini unuttuğum Amerika yapımı filmin konusu beni çok etkilemişti. Bir sürü cinayetten sabıkalı bir mafya babası, nihayet tutuklanarak hakim karşısına çıkartılıyordu. Adam öldürmek, kanına işlemişti. Kendisini duruşma salonuna getiren polisin kaba davranışına sinirlenerek, kafasındaki düşünceyi uygulamaya koyma anını bekledi. Polisin boş anından faydalanarak, onun pantolon kemerine bağlı kabzasındaki tabancasını aniden çekti ve son kurşununa kadar polisin göğüs bölgesine boşalttı. Mahkeme salonunda herkes donmuştu. Sonuç!... Bu öldürme davasından da yargılanarak idam cezasına çarptırılır.
Kafası öldürme, ölüm ve tehditle meşgul bu adam, yattığı cezaevinden dışarıdaki adamlarına haber göndererek, ne pahasına olursa olsun kurtarılmasını emrediyordu. Adamları plânlar yaptılar ve sonunda en uygun olanına karar verdiler. Ceza Evi’nin sağlık merkezindeki memurunu buldular ve ailesini ölümle tehdit ederek kurtarma plânlarını ona anlattılar. Adam, çaresizce ve korkuyla istenenleri yapmak zorunda kalıyordu. Plâna göre Ceza Evi’nde her hangi bir mahkumun ölmesi beklenecek, ölen mahkumun cesedi en küçük parçalara ayrılarak yok edilecek, kahramanımız mafya babası, o mahkumun konulacağı tabuta konulacak ve Ceza Evi bahçesindeki mezarlığa gömülecekti. Defin işlemi sabah tan ağardığında yapılmaktaydı.Teknik olarak tabut içinde ki süre önemliydi. Defin bitip herkes mezarlıktan ayrıldıktan sonra, tabuttaki oksijen sirkülasyonunun süresi önemliydi. Gizli bir hortumla bu yapılabilinecekti ama yine de süre çok önemliydi. Süre yarım saat olarak hesaplanmıştı ve sağlık memurunun el ayak çekildikten sonra mezarı açması ve kurtarması bu sürenin hesaplanmasında önemli unsurlardı.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Bir mahkum ölmüştü. O gece bütün hazırlıklar yapılmış, sağlık memurunun kendisine yardım etmek için ayarladığı mafya babası da sağlık merkezinde kalarak tabuta yerleşmişti. Gün doğmadan cenaze taşınarak mezarlığa getirilmiş ve defnedilerek herkes geri gitmişti. Mafya babası, tabutun yan tarafındaki kapaktan elini çıkartarak gizli hortumu bulmuş ve nargile içer gibi bir zevkle
yarım saat sonraki özürlüğünün tatlı hayallerine bile başlamıştı… Yanında küçük bir el feneri ve saatiyle dakikaları saymaya başladı. Bir dakika, iki dakika, üç dakika… Öf!... Zaman geçmek bilmiyordu. Her saniye bir saat, her dakika bir ay gibi geliyordu. Ama işte altı dakika geçmişti. On dakika, on beş dakika, yirmi, yirmi bir, yirmi iki dakika… Tam otuz dakika olmuştu ama ne gelen vardı, ne de giden… kırık, elli, altmış,yetmiş dakika… Mafya babası, canlı canlı gömüldüğü mezarın içindeki tabutta, otuz dakikadan sonra ağır ağır, eziyet çeke çeke ölmüştü. Kendini kurtarmaya gelecek olan memur niye gelmemişti? Ailesinin öldürüleceği tehdidini bile bile ve üstüne üstlük iyi para da alacağı bu işi neden yarım bırakmıştı.
Çünkü, defin işlemi bitip görevli personelle geri dönerken yolda kalp krizinden ölmüştü.
Kötülerin sonu hep kötü biter. Bundan kaçınılmaz. Vicdan; müdahele eder, yargılar, huzursuz eder, rahatsız eder, her insanın gizli sandukasındaki saflığı, temizliği ve masumluğu ortaya koyar ama… Ama sona, sondan sonraki saygıya müdahele edemez. İnsanların, ölüler üzerindeki saygınlığına karışamaz. Çünkü ölen kişi, kendi beni olan vicdanıyla da toprağa gömülmüştür artık…
Serdar Feyyaz ONUR