Yaşamak, ölmek için hayat sürmek ya da ölüm nöbeti tutmak mı?
Koşuşturma içinde olduğumuz, yoğun temposuyla ihtiyaçların giderilmesine çalışılan bir zaman dilimi mi yaşam?
Toplum, yüzlere takılan kişilik maskesi ile rollerin sergilendiği bir sahne veya bir araya gelmenin zorunlu olduğu anların geçici zevklerini yaşamak amacıyla içerisinde bulunulan doğal ortam ve çevrenin oluşturduğu bir mekân mı?
Yer işgal ettiğimiz dünya geçici bir vehimden oluşan hayali bir kurgu mu?
Hayır…
Aslında insan, dünya ve varlık ile yaşam alanları irademizin, bilincimizin ve benliğimizin anlam yüklediği ve değer kattığı mutlak gerçekliğin tam kendisidir. Çünkü varlık nedenler ve aitlik etkenlerine bağlı olarak vardır. Yaşam da nedensellik ilkesinin şuur haliyle kurduğu bağlar sonucu insanı mutlak güce kavuşturan asıl özdür.
Yaşamanın ilkeleri olmalı ve insan toplum hayatının ana karakteri rolünü otomatik bir işlev için değil, yaratılış gayesinin temeline oturtmak için var olmalıdır.
Yaşama ilkelerinden biri olarak Merhamet kavramı sahip olduğu anlamlar itibariyle bireyi, toplumu, varlığı kapsayan yönüyle duygusal insanın doğal bir dürtüsü ve kişilik yapısının bir parçasıdır.
Merhamet, duygusallık boyutunda üzüntü ve acımanın insanda somutlaşan şefkat ve iyilik hislerinin genel ifadesidir. İnsanın karşılaştığı kötü durumlar karşısında kapıldığı üzüntünün yanında acıma, affetme, iyilikte bulunma, kalp yumuşaklığı anlamlarını da içerir.
Merhamet yürek acısını tatmak, üzüntüyü iliklerinde hissedebilmek, başkasına veya canlılara karşı duygu dünyasını canlı tutmaya çalışmaktır. Çünkü maddi boyut yanında manevi dünyamızın kişiliğimize kazandırdığı duygusallık, kendimizi başkasının yerine koymayı, acıları ortadan kaldıracak eylemlere yönelmeyi, zalimlik duygularının körelmesini sağlayacak etkenleri yaşamımıza katmanın yollarını gösterir.
Akıl ve sağduyu sahibi olmakla elde edilecek acıma ve iyilik duygularının yok olması beraberinde kanlı tarihleri, karanlık geçmişleri, kan ve gözyaşının ortaya çıkmasında etkili olan temelleri doğurmakta. Yaşanan olayları körükleyen ve zarar boyutlarını özünde barındıran insan düşüncesinin özünde yitirilen değerler, körelen merhamet duyguları, acıma hissinin canlanmasını sağlayan ruhumuzun temel dinamiklerinin yitirilmesi bulunur.
Yani vicdan ve insaf duygularını bitiren merhamet yoksunluğunun sonucu doğan merhametsizlik, ortaya çıkan olaylarda tetikleyici etken olarak görev yapar. Merhamet yoksunluğu zalimlik ve gaddarlık doğururken, zararın kendini gösterdiği alan da insan hayatı ve toplumsal dokumuz olmakta.
Günümüz dünyasının açlığını hissettiği asıl konular yitirilen değerler ve kaybolmaya başlayan duygu dünyamız olmasın? Yaşadığımız sorun vicdansızlık ve merhametsizlik sonucu sebep olduğumuz olayların yıkıcılığı değil mi?
Yaşanan sorun insanlar arası hoş görünün yitirilmesi ile birlikte saygı, beraber yaşama isteği, ahlaki ilkeler ve merhametin ortadan yok olmasıdır.
İçinde yaşadığımız bölgenin de diğer ülkelerin de içine itildiği savaş alanlarının arka planında kişilerin ve mutlak gücü ele geçirmeye çalışan kin ve nefret yüklü toplumların çirkin istekleri yatıyor. Ama elde olan ne yazık ki şiddet, terör, ölüm, kan, gözyaşı...
Korumamız gereken insanlar, aileler, çocuklarımız var. Acımasızlığın, şiddetin, terörün, savaşların, katliam ve ölümlerin yaşamımızın bir parçası haline geldiği dünyamızın kurtuluş reçetesi, merhamet iksirini yudumlamayı sağlayacak birliktelik inancını canlandırmak için manevi değerlere sarılmaktır.
Gözyaşlarımız günahlarımızı yıkar ve günahı da gözyaşını da ortadan kaldıracak olan ilahi iksir, inancın yüreklerimizde edindiği yerdir.
Düşünürün dediği gibi: “Gözyaşı, Rabbin lisanıdır.”
Merhamet ve yürek birlikteliği sayesinde ilahi olanın rızası adına aynı lisanı yakalamak ramazanın bir hediyesi olur umarım.