Sosyal medya ortamında bir derginin makalelerini okumaya çalışırken, dikkatimi çeken bir yazının başlığı aslında insani bilincimizin ne kadar yerle-bir edildiğini ve özel hayat adına hiçbir anımızın gizli kalmadığını fazlası ile hatırlattı.
Başlık olarak atılan “Mahrem hayattan mahrum kalmak” ifadesi aslında kendi öz varlığımızın (bedenimiz, yaşam koşullarımız, ailemiz, işimiz, hayatımızı paylaştığımız insanlar) ve sahip olduğumuz öz sermayenin (bilinç, irade, akıl, düşünme gücü) ayaklar altına alınışının haykırışı durumunda.
Mahrem kavramı özel hayat itibariyle kişiye has ve ait olanı, başkasının bilmemesi gereken ve başkasının bilmesi durumunda utanç-hayret yaratabilecek olan yaşam hallerimizi ifade eder.
Mahrum kavramı da kısıtlanmayı, rahat hareket edememeyi ve özgür eylemlerin sergilenememesi ile insanı dar kalıplara sığdırmayı işaret eder.
İki kavramın bir arada kullanılması, yani “Mahremiyetten Mahrum” olmak insanı sosyal hayattan ve psikolojik dünyasından, düşünme özgürlüğünden alıkoyması manasını yüklenmeye başlar.
Birileri demek eksik kalacak, birçok insan paylaşımlar, yazışmalar, mesajlar, beğeni linkleri, kişisel bilgiler, özel durumlar, ortak mekanlar ve sayılabilecek günlük yaşamımızın tüm anlarını-yaşantılarını adeta sergileme yarışı içerisinde.
Elimizdeki telefon yetiyor sergilenecek özellerimiz ve mahremiyetimiz için.
Teknolojik araçların yoğunluğu artıkça, özel hayatımız ve mahrem alanlarımızın su yüzüne çıkması, bilinmesi, hatta gözetlenmesi oranı daha da artıyor.
Yanlış değil, gözetlenmek ve birilerinin takibinde olmak kaçınılmaz durumda.
Çünkü mahremiyetin sonu ile birlikte kişisel bilgilerin sunulmasıyla ortaya çıkan özel bilgi verileri ile sadece gözetlenmek riski değil, yasa dışı faaliyetler ve dolandırıcılık olayına kadar kendi hayatımızın müdahalelere uğraması tehlikesi yaşanabilmekte.
Kişinin saklayacak şeyi yoksa problem yok.
Ama şimdilik umursanmayan paylaşımların ileride problem yaratacağı düşünülürse, aslında yapılanların hiç de masum olmadığı anlaşılacaktır.