ÖZNESİZ BİR İMGEYİM BATMANI DÜŞLERKEN

“Bakıp görmeyenlerden,

konuşup dinlemeyenlerden,

dokunup hissetmeyenlerden uzak durun”

- Leonardo Da Vinci-

 

Güçsüzlüğünü bir adak ağacına bez asarak ve dilek tutarak baskılayan ürkek bir inancın gölgesi gibi bazen kendisine olan kırgınlığın perde arkasına saklanır insan. Yürek kanatları kırık olanlar derin uçurumlarda kolayca uçmaya cesaret edemezler öyle. Batmanı düşlerken, hayat estetiğinden yalıtılmış öznesiz bir imgeyim göçebe ruhuna takılan.

 

Umudun dağ yüzüne zamanın gölgesi hakir düştüğünde, demledim yasak sevdaların yasını kendi yürek küllerimden ruhumda yaşadığım kentime serptim güzelce. Bilirim bıçağın keskin yüzü üzerinde yürür yarının özgürlük düşlerinde saklı sevdalar. Sırat köprüsünde yürüsede yinede körelmez Aşkın iradi ruhu. Düşlerimden veda çiçekleri topladım sana; Hasankeyf'e ağıt diye kestirdiğin zülüflerine ilmik ilmik sistemlerle dokudum. Kanadığın yerde kanatlarında kıpkızıl gökyüzünde kırık dökük sendeler. Dilsiz sözlerin, sözsüz sezisiyim öksüz tarihin gözlerinden akan yaşlarda.

 

Ecel diyarların ölüm güllerinden erken solan buketler yaptım sana; dalgın dalgında olsa azıcık sitemkar baksana. Gel yüreklere gömülen canlara adayalım acıların en yiğidini. Minnetsiz vedalara yükledim onur yükünden gamlarımı suskun yüreğine miras bıraktım. Bilirsin, eksik insanın tamlığı öteki yakınındaki insanın yansımasında ifadeye kavuşur nedensiz ve bitimsiz.

 

Hiçliğin varlığını kanıtlama telaşı ve zamanın seni tüketen gamsız sefası, bolca aldatılardan ruhu doyurmayan laf salatası. Yaşam ve mekan estetiği dururken zamanı kendine düşmanlaştırmanın anlamı nedir be Elihé? Yaşamdan yalıtılmış halinde öznesiz kusurlu bir imgeyim bendeki sen.Tutkuların bölünmüş estetiğinden kırgın türemiş ve parçalanmış  figürlerin çarpık uzlaşılarına aldanma böyle safça!

 

Kar fırtınalarında yazılmış soğuk ateşin mısralarını demledim yüreğimden sana, şu yazın sıkılgan bunalımına baksana. Birden sessizliğin varlığında suskun yalnızlığıma sığındığım. Seçilmiş hiçlikten sarsarak uyandırdı beni hayatın hakiki gerçekleri. Ha öyle kolayca yargılama beni, kendi anlatısında yenilgi yaşayanların dikiş tutmaz yaralarında bilki derin acılar saklıdır.

 

Sanal mekandan azade bir sınırsızlığa firar etmiş durumda yaşadığımız zaman aralığı. Bizim yaşadığımızı sandığımız mekan ve zaman sanal imgeler ve yansımalardan ibaret. Gerçek yaşamın sınırları sanal zaman ve yalıtılmış mekanda iyicene bulanıklaşır. Yaşadığımızı sandığımız mekan ve zaman gerçekte hayatımızın ne kadar uzağında veya sanal olarak hangi ağlar mesafesinde yakınımızda farkında bile değiliz.

 

Anlam ve farkıdanlık sizlere ömür. Sanal oluşturulan veya inşa edilen insan kimliği ve kişiliği gerçek kişiliği ve kimliği nasıl baskılar ve yerine geçer öyle futursuzca. Sanal duyguların çoğaltılmasıyla el konulan gerçek hayatımızı nasıl kurtaracağız peki? Kendimiz bir öteki sanal kendimize dönüşürken hangi bize güveneceğiz ve nasıl ayırt edeceğiz bizi birbirimizden? Toplumsallıktan kopartılmış bireysel yaşamımız sahiden var mıdır yoksa biz o sanallıkta tutsak edilmiş hiçliğin birer figürleri miyiz? Kendi karşıtımızı kendimizde nasıl inşa ettik veya bihaber inşa edilirken nelere kandık? Nereye ve nerede takılıp/çakılıp kaldık? Sahi bu ısmarlanmış yaşamın neyini kabul edip nelerini red etmeliyiz? Son bir soru dirilişe dayalı kesintisiz bir yaşamı benimsemek ve bu sanal hayatın reddiyesi temelinde yaşamı örgütlemek için öz bilince dayalı kararlılaşma düzeyimiz nedir?

 

Tıpkı usta şair Hicri İzgören’in “Sürgünlere uğurladık kendimizi, kalan mi bizdik, giden mi bilinmezdi.” dizeleri gibi gerçek yaşamın atıl insanına tutkulu bir başkaldırı ağıdı benimkisi kentimi düşlerken. Zaman ve mekanın metalaştığı insanın borç-alacak ilişkisine indirgendiği bir hayata karşı suikastler silsilesi zamansız zamanlarında yaşıyoruz. İnsanla anlama kavuşan mekan ve zamanın soyutlandığı bir atıl insan aldanma ve aldatma trajedisi yaşanıyor. Kuru bir üretim nesnesinin yüzme bilmeyen akıntılara ve gayri iradi akışlara karşı debelemesi gibi bir şey bu. Kiminle neyin havasını soluyoruz ki son kertede bizi boğan gayri insani iklimlerin boğuntusunadır duyulmayan feryadımız.

 

Yaşama duygusu ve yaratma tutkusuna yabancı bir la mekan ve de la zaman Araf sığıntısından farksız bir burukluk histerisi. Uğraşının uğraşı haline gelmişseniz nedensiz savrulmalarla ve ürettiğiniz metaya emeğiniz bile yabancıysa sen hayata yalancı olmuşsan ne fayda. Çalınmış hayatlar üstünde kendisini dayatan örgütlü yalanlardan kurtulmanın arayışına koyulurken nefesini bir daha yokla ciğerlerinde sen. Dilsel imgelere ve soyut simgelere kanma öznesiz imgenin varolmayan hiçlik imgesi. Hayatı bile yadsıyan figürsel hayata karşı duygu düşünümlerinin sezgisel hissine sarılmaya koyul usulca. İnsan insanlık vasıflarını bir bir yitirirken hiçliğin öznesini yaratmak gerçekten mümkün mü? Ölüm koşuluna bağlanmış bir yaşamda her yol kesin kes yinede ölüme çıkıyor. Buna isyan etmenin muhattabı ise her zamanki gibi faili meçhul!

 

Diyasporada kalbinizin sevdiklerinizle birlikte attığı kentinizi düşlerken sessizliğin hiçliği sizin hiç varlığınızı delip geçti mi? Duygu yaşamı ve düşünce sezgisi aynı dili içsel konuşuyorsa özgürlük uzlaşısı yakınındadır demektir. Yeni karmaşa gerçeklilik içinde hakikat sezisi içte yakalanır çünkü. Farklılaşabilen esnek hakikati yakalamak ise iç görgü gerektirir. İnsanın insanlıktan yoksullaşmasına ne demeli peki?

 

“Susmak kabullenmek değil, cevaptır anlayabilene.. bil ki, kısa cümleler kuruyorsa insan, uzun yorgunlukları vardır sadece..!”