Günlerden Cumartesi. Saat akşamüstünden bir saat.
Denizin nemli havası vuruyor. İnsanlar geçiyor sahilden. Balıkçılar teknelerinde bir şeylerin hazırlığında. Bağırarak konuşuyorlar.
Uzaklardan bir kafede akşamki canlı müziğe hazırlık var. Tiz sesli biri yine oturanların birbirini dinlemesini sabote edip gecenin sonunda birkaç ‘üstad’ iltifatı ile evine gidecek.
İki genç, küçük bir süs köpeğini gezintiye çıkarmış. Kediler de evdekilerin çıkmasını ve evin onlara kalmasını beklemekte.
Çocuklar, anne babalarından kopmuş paytak şekilde koşturuyorlar.
Anneler çocuğa, denize, eşine ve akşamki işlere yoğunlaşmış her şeye yetişme telaşında. Babalar dünya gündemine bakıyorlar x’te.
Yüzyıllardır değişmeyen gündeme.
Ölenin ve öldürenin sıraya girdiği ve sırasıyla değiştiği lanetli gündeme…
Her taşın ya baş ezdiği ya zalime atıldığı, hiç denizde sektirilmediği bir coğrafyada. Zalimin de bir zamanların mazlumu olduğu lanetli coğrafya.
Tüm zalimlerin dost tüm mazlumların düşman olduğu tuhaf bir coğrafya… Ve tuhaf kelimesi çoğu yerde küfürden de beterdir.
Saatler geçiyor.
Karanlık çökmüş, kalabalık sahilde artıyor.
Yemekler yenmiş ışıkların altında birer gölge olmaya hazırlıklar tam hız başlamış.
Tiz sesli şarkıcı da yavaştan başlamış istekleri almaya. Teşekkürler ediliyor, istek parçada bulunan kadın isteği çalındığı için alkışlıyor. ‘benim o’ der gibi.
Yanda düğün salonu var.
İç Anadolu düğünü galiba. Ankara havası çalınıyor. Neşet’ten de Biter Gırşehir’in Gülleri çalınıyor. Tam da şu anda oturanlar kaşıklarıyla ayağa kalkıp oynamaya devam edecekler. Bunu bir mahalle düğününde görmüştüm.
Uzakta bir kafe var oraya gitmeyi düşünüyorum. Sesler biraz daha az olmalı
Bir yandan dağlar bir yandan deniz bir yandan insanlar… Yürüyorum.
Birkaç arkadaş mesajı, işler güçler, indin mi mutlaka haber verler, yapılan planlar, mutlaka tanışmalısınlar.
Kimse yok ben tek varım burada ve kimsenin de haberi yok.
Oturup siparişi veriyorum, ardından mesajlara bakmayıp Ortadoğu’daki herkes gibi haberlere bakıyorum.
Mazlum Kobani Fransa’ya gitmiş, insanlar Mersin’den denize gıda atıp Gazze’ye ulaştırmaya çalışıyor, İran yeni saldırı-savunma hazırlığında, silahlar yakılmış ve bir şahsiyet o silahları boyayıp sergi yapmak için istiyor sadece tuhaf diyorum.
Birileri yine x’te birilerinin yalnız olmadığını, birilerinin serbest bırakılması gerektiğini, birilerinin aç olduğunu yazıyor.
Birileri yıllarca yalnız, birileri yıllarca hapiste, birileri yıllarca aç…
Siparişler geliyor.
Hiç çocuk çalışan yok. Bu çok güzel. Hafif bir müzik var. Denizden karaya doğru bir serinlik…
Telefonu, gündemi, her şeyi bırakıp masaya dönüyorum.
Uzun zaman sonra her şeyden uzakken telefon çalıyor. Açmıyorum.
Sahile bakıyorum, çocuklar geçiyor.
Birkaç yıl sonrasının ya mazlumu ya zalimi olacaklar.
O döngünün parçası olarak hayatlarına devam edecekler.
Ya birileri onlar için yalnız değildir yazacak ya da birileri onları yalnız bırakacak.
Birileri sloganlarla yumruklarını yükseltecek, birileri de o yumrukları indirmek için maaş alacak.
Yüzyılları bulan döngüye şahit olmanın verdiği mide bulantısıyla çıkıp yürüyorum. Sokağa, karanlığa ve geceye…