ZAAF YA DA ZAYIFLIK

Herkes kendini eksiksiz görür.

Kendisini hata yapmayan ve her yönüyle donanımlı gören kişi sayısı çoktur. Dış görünüşü ile insanüstü bir yetenek birikimine ve her şeyin bilgisine sahip olduğunu zanneden, mükemmel varlık seviyesine ulaştığı düşüncesine-hatasına düşen çok kişi var.

Unutulan nokta ise bilginin sonsuz ve sınırsız olduğu, insan kapasitesinin ise ancak bir sınıra kadar yük alabileceğidir. Sadece bilgi değil, sorumluluk ve irade yeteneğini kullanma gücü de insanı bir yere kadar götürür. İçinde yaşanan dünya ve yaşam alanlarının insanlığın önüne koyduğu sahne ve yaratılmış olmanın verilmiş hakkı olan hayat süreci, boyutlar arası yolculuğa veya fizik ötesi âlemlere ulaşmayı mümkün kılmaz.

Ancak yaşam zamanı-ortamı itibariyle mükemmel olana ulaşmanın gayreti ile insanoğlu kendi varlığını gerçekleştirebilir. Tüm yönleriyle mükemmel donanımlarla yaratılan insan, aklını ve iradesini kullandıkça mükemmel model olma seviyesini yakalar.

Bu manada insanın kaldırabileceği yük ve sorumluluk noktasında yaşadığı sorunlar zaafları ve zayıflıkları ortaya çıkarır. Akıl ve iradesinin kaldırabileceği kadar bilinç sahibi olan insan için sorumluluk ve düşünme yeteneği, ortaya çıkabilecek zayıflıklar yoluyla insana bazı sınırları aşamayacağını hatırlatır.

Eksiklik veya yetersizlik anlamalarına gelen zaaf kavramının içeriğini düşkünlük ve irade kaybı oluşturur. İnsanda zayıflık ve yetersizliğin ortaya çıkması manasında kullanılan bu kavramla, olaylar ve durumlar karşısında insanın yapamadığı mücadele ve gösteremediği direnç hali kastedilir.

Zayıflık, bedensel manada insanın fiziki yetersizliği veya organik bünyesinin yetersiz hali olarak ifade edildiği kadar ruhsal ve duygusal açıdan da kişinin yaşam koşulları karşısında gösterdiği irade yetersizliği ve düşkünlük hali manalarını da yüklenir.

Zaaf veya zayıflık neden ortaya çıkar?

Kendi kendine yetememe, iradesini güçlendirememe, psikolojik ve ruhsal dünya ile barışık olamama, olaylar-durumlar karşısında kararlı duramama, benliğe sahip çıkacak akıl ve zihin güçlerini kullanamama gibi etkenler ortaya çıkmasına neden olur.

Çünkü insan öz sermeyesi itibariyle akıl, irade, şuur ve ruh gücüne sahip olduğu kadar duygu, his, heyecan, hırs, nefret ve zevk yeteneklerine de sahiptir. Yani insanlar-olaylar karşısında baskınlık kurmasına engel olabilecek ruhsal-duygusal güdüler sahibi olması, zaaflık ve zayıflık anları yaratabilmekte.

Bu manada insanlar için aile bireyleri, sevilenler, yakın iletişimde olanlar, yakınlık duyulan arkadaş-akranlar, beğenilen kişiler-nesneler, para-kazanç hırsı, inanç bağları, değer kabul edilen unsurlar ve inanılan yaşam tarzları birer zaaf-zayıflık noktası olma adayıdır.

Bunun dışında hırs ve daha fazlasını elde etme dürtüsünün sonucu olan mal düşkünlüğü veya nefsin tatmin edilmesini istediği zevk unsurlarının da insanda zafiyet ve zayıf noktalar yarattığı görülüyor.

İnsan için mazeret bulmak bu yüzden kolaydır. Bahane bularak mazeretler arkasına sığınan insan, zayıflık göstermenin normal olduğunu sanır. Zaaf sahibi olmayı kılıfına uydurmak amacıyla, mazeretler ve bahanelerin kendi eksikliğinden olmadığı düşüncesiyle şikâyetler üreten bir merkez konumuna sığınır.

Şikâyetler zaaflık ve zayıflığın ortadan kaldırılmasında yıkıcı bir silahtır. Çünkü şikâyetler ve sızlanmalar ile oluşan savunma mekanizması suç ve problemleri kişinin kendisinde değil, etrafta ve diğer insanlarda bulmaya çalışır.

Kişi ile alakalı zaaflık ve zayıflık bir noktada mazeret ve şikâyet eylemleriyle insanda değişik karakter ve kişilik özellikleri doğurur. Bu kişilik özelliği ve karakter de güven duyulmayan, sorumluluk yüklenemeyen basit insan tiplerini önümüze çıkarır.

Toplumun ihtiyaç duyduğu insan tipi bu olmamakla birlikte, aklına ve iradesine güvenen ve kullanmaktan kaçınmayan kişiliklerin üst insani kimlik bilincine ulaştığı görülür. Kalbine ve ruhuna hükmedenlerin temiz vicdan sahibi olmaları kaçınılmazdır. Çünkü vicdan en büyük sorgu merkezi olduğundan, insanın rahat ve huzura erişmesi için temiz bir vicdana ulaşmanın başarısını göstermesi gerekir.

Aklına, kalbine-ruhuna hükmetme başarısına ek olarak zevk ve hırs dürtülerine de hâkim olanların vicdan konusunda rahat olduğu tespit edilebiliyor. Derin üzüntü ve yürek sızlamalarından kurtulmanın yolunu vicdanına sığınmakta bulan kişilikler ve sosyal kimliklerin zaaf göstermek ve zayıflık hissetmesinin olanağı yoktur.

İnsan yaşamı, sahip olduğu zaaf-zayıflık ile verilen kuvvet potansiyelinin (akıl, irade, hırs, bilinç, zekâ gibi) arasındaki rekabetin mücadelesine sahne olmaktadır. Önemli olan ise vicdan yeteneğini ön plana alarak nefis ve ruh üzerinde hâkim kılmaktır.