Elimizde olan şey doğal ortamımızı düzenleme fırsatımızdır. Yeşil kuşak, ağaçlı bölgeler, oksijen yüklü temiz hava ortamı, sağlıklı hava ve çevre, görüntüsü yaşam sevinci yaratan tabiat mekânlarının huzura ihtiyacı olan insana sunduğu güzelliklerle dolu alanlarda yaşama olanağı…
Doğal çevre ile şehir kültürünü uyumlu hale getirememek en büyük sıkıntı.
Toprak ile olan birlikteliğimizi sonlandırarak doğa ile sosyal yaşamımızı birlikte sürdürmekte yaşadığımız zorluklar hayat kalitemizi düşürüyor.
İnsan doğadan kopmamalı. Yani toprak merkezli yaşam alanlarımızı azaltmaktan çok ana karakterimiz olan toprak ve mahsullerini hayatımızdan uzaklaştırmamanın gayretlerini göstermemiz gerekiyor.
En basit örneği ile Deprem ve yarattığı sarsıntıların yok oluşa yol açan etkilerini sorgulamanın zihinsel çabalarını göstermiyoruz. Beton yığınları ve yüksek yapılarla daha fazla kazanç elde etme adına, kendi sonumuzu getiren yoksulluk ve yetimlik kimliklerine aday birer benlik olmanın ötesinde çözümlerimiz yok.
Şehir kültürü ve medeniyet oluşumunu yorumlama hatamız var. Medeniyet ileri gitmek ve kaliteli yaşam alanları yaratma adına bilimsellik ve teknolojik donanımları sınırsızca kullanmaktır. Ama unutulan, insanın özü olan unsurların yaşam alanlarından atılmasıdır. Toprak gibi tabii alanlar gibi yeşil alanlar ve ormanlık sahalar gibi sağlık ve denge merkezli donanımları bir kenara bırakmak ve sadece bina-yapı inşasına yönelmekle kimliğimize, benliğimize, toplumumuza, insana değer kattığımızı sanıyoruz. Değer katılan tek şey fazla kazanç itibariyle para ve birikimler olmakta.
İnce bir nokta: Medeniyet yaratmak, topluma ve insana değer katmak için önce insani iradeye-benliğe değer katmak lazım. Yaşanılan mekânlar ve insan yığınlarının birliktelik ortamı olan şehirlerin, medeniyetin aynası olması için önce bireyin ve özgür iradesinin değer kabul edilerek kutsanması gerekiyor. Kutsallık ilahi olanadır ve ilahi olanın sahnede görev verdiği insana kutsallık adına değer yüklenmesi ile varlığımızın manası anlaşılacaktır.
Yaşadığımız şehir ve sahip olduğu yüzbinler için yaşam kalitesinden ne kadar bahsedilebilir? Doğal olanı bozmakla veya etrafımızı taş yığınlarıyla örmekle değerimiz artmıyor. Maddi kazançlar olsa da bu kazançların yok ettiği manevi hayatımızı özler olduk.
Şehre ve yaşam alanlarımıza değer katmanın diğer bir yolu, insani ilişkiler ve diğerini kabullenme sınırlarında ayrımcılık ve farklılık yaratma dürtülerinden vaz geçmektir. Çünkü öylesine zengin bir kültürel ortamda ve farklı yaratılışta insanlarla birlikteyiz ki, yapılması gereken tek şey ortak paydalar yakalayabilmek.
Birliktelik ruhu yakalaması gereken ortamlarımızı, huzur kalıplarına oturtmak zor olmayandır. Zor olan ise kendi benliğimize olan isyanla, cinayetlere ve yıkımlara yol açan eylemlere yönelmektir. Kadına şiddet, istismar, aşağılama, ayrımcılık düşüncesi, ego tatmini adına ırk farklılığını üstün gören anlayışlara kapılmak gibi aslında, insanı değersizleştiren tüm etkenleri saf dışı bırakmanın başarısında buluşmayı beceren insanlar profiline ihtiyaç var.
Kış aylarının soğuk ve kirli havasını, yazın toz-duman ve yetmezmiş gibi kavurucu havasıyla yaşamanın mecburiyetinde, kalkıp da iklim tipi ve ilimizin şehir yerleşkesinin konumunu sorgulama derdinde değiliz. Var olan coğrafik bir konumumuz ve yaşanan alana bağlı olarak iklim tipimiz var. Kaçınılmaz sonumuz olmakla birlikte, sorgulanması gereken şey sahip olunan şartları ve koşulları olumlu olana yönlendirme çabalarıdır. Çünkü temiz hava oluşumu için yapılması gerekenler konusunda karnemiz zayıf.
Beton yığınları arasına yeşil alanları serpmek, ağaçlandırmak, yapıları-binaları doğa elamanları ile buluşturan projeleri uygulamak yaşam kalitemizi artıran sağlık koşullarını beraberinde getirir.
Yüzyıllardır süren, özellikle 20. ve 21. yüzyılın felaket senaryolarına konu olan doğa ve hayvan tahribatlarının en açık örneğini Avustralya’ da 240 gün süren yangın sonucu ölen bir milyardan fazla hayvan katliamında şahit olduk. Doğa tahribatı ve hayvan katliamları, doğanın ve insanlığın kaldırabileceği bir yük olmaktan çıktı.
Yani hem doğa ile barışık olmak ve doğal elemanlarla birlikte yaşamak; Hem de insani ilişkiler konusunda saygı- kabullenme sınırlarını gözeterek yaşam haklarını ön planda tutmak amaç edinilmelidir.
ÇOCUKLARA HOŞGÖRÜYÜ ÖĞRETELİM
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.