Adı bilinmeyen bir ülkenin, adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Adam karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından körlük salgın halinde bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir. Yaşam durmuştur. İnsanların tek çabası,
ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişinin aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir.
Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesidir düpedüz. Yazar, “Körlük” adlı bu ürkütücü romanında beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını nasıl yitirdiğinin hikayesini anlatmıştır.
Son bir buçuk yıldır tüm dünya büyük bir salgınla sarsıldığında ilk aklıma gelen Saramago’nun bu müthiş eseri olmuştu. Elbette Orwel’in 1984’ü ile Bradbury'nin Fahrenheit 451’ini de hatırlamamak elde değil. Yazarlığın kahinlikle ilişkisi olduğunu düşünmüşümdür çocukluğumdan beri. Gelecek tasarımcılığı olarak gördüğüm yazarlığa sevdalıyım. Belli ki yazarları ve yol gösterici kitapları bu sebeple baş üstünde tutarım. Özellikle Saramago bu konuda benim için önemli bir kahindir mesela. Romanın 1995 yılında yayınlanmasından sonra kitabı bir solukta okur okumaz uzunca bir süredir beklediğim felaketin bir salgın olma ihtimali hep zihnimi kurcalayıp durmuştu. 2030’lu yıllara bırakmıştım felaket günlerini ama azıcık erken 2020 oluverdi işte. Bir on yıl kadar uzamsal sapma mı olur, demeyin. Yazarların kehanet dolu kitapları ve yaşadığımız dünyanın baş döndürücü hızda ilerleyen kötücüllüğü karşısında bir on yıllık zamansal sapmanın erkenciliğini affettiğimi söyleyebilirim.
Son elli, altmış yıldır yazılan felaket temalı, distopik türde kitapların yayınlanmasının üzerinden çok geçmeden dünyanın belki körlükle değil ama kokusuz, yalnız, ağrılı, ateşli, ölümcül korkulu ve nefessiz kalacağı bir dönemde kaotik bir salgınla sarsılan aslen insanlığımız mıydı? Sorgulamak lazım.
Saramago’nun “Körlük” romanıyla başbaşa kaldığınızda yapıtın konusunun ürkütücülüğüne rağmen olağanüstü bir şiirsellikle anlatılmış olan bu unutulmaz salgın halinin aslında usta yazarın geleceğe dair kehanetlerinin bir parçası olduğunu göreceksiniz. Hayatı okumak böyle bir şey aslında. Okunmayan yazılamıyor da bir bakıma. Hayata ve insana dair her şeyin ne kadar gerçekçi olarak havada asılı durduğunu bir çoklarından önce görenler ve dayanamayıp uyarma dürtüsüyle yazanlar olabileceğini görmek için bile okunmalı şu salgın günlerinde bu tür baş yapıtlar. Gerçeği bilmek salgının boyutlarını kavramamızda bize çokça yardımcı olsa da yine de derin bir uçuruma yuvarlanma hissinden çoğu kez kurtulamayacağımız bir gerçek.
Jack London’ın Martin Eden isimli kurgu romanında roman kahramanı intihar eder. Yazar eserinin sonunda Martin Eden için bir açıklamasında şöyle der: O, bir bireyciydi. Toplumcu, sosyal bir insan olsaydı paylaşma olgusu ile hayatı anlam kazanırdı. Gelingörün ki Jack London gerçek hayatında hastalanıp doktoru ona sayılı günü kaldığını söylediğinde ünlü yazar ölümü beklemek yerine canına kıymıştı mesela. Yazarlık bir kehanetin içinde olma halidir belki evet ama felaketler yaşandığında o anki şartlarla hayatın anlamsızlaşarak birikmesi ve deşarj olamama hali ile intiharı seçmek gibi kehanetin kahince olmanın ötesinde insanı insanca bir sınavın içinde olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor da olabilir. Bu tür olaylarda sosyologlar ve pskiyatri uzmanlarına ve de en önemlisi siyasetçilere nefret ve ötekileştirme politikasından vaz geçmeleri ve çözüme bilimsellikle yaklaşmaları gerektiği konusunda sık sık hatırlatma yapmak lazım. Değilse kahinler de bir gün, bir bir ölecek ve dünya kokusuz, renksiz, karanlık bir topa dönüşüverecek...
Kehanet mi bu?
Bilmem?
Belki de insanlık sınanıyordur. Düşün, planla, uygula, kontrol et, önlem al! İnsan kal, denmeli belki sık sık insanlığımıza!..
Benlikte daha büyük yarıklar açacak salgın; zihniyettir!..