İnsan hayatı söze, kavramlara yüklediği anlamlarda gizidir. Her birey bu yüklemdeki anlamı yaşar. Toplum, sosyalleşmiş bireylerden oluşur. Bireylerin söz ve kavramlara yüklediği anlam, ortak çoğulcu sosyalleşme boyutunda, toplumun eğilimlerini oluşturur. Bireyin toplumla, toplumun bireyle kurduğu bu gizli akdin izini sürer dururum çocukluğundan beri.

Beden yorgunluğu yaşam zorluğudur çoğu kez, terletir. Fikir yorgunluğu gönülde kopan fırtınaları anlatır, söze boğar insanı. Ter ve söz. Emek ve akıl. Binlerce yıldır yüzlerce toplumda bir arada tutunamayan bu gizem insanın evrimleşme sürecinde toplumsal savruluşlarının da hikâyesini anlatmıştır. Ter dökenin söz söyleme hakkının olmadığı, emek verenin aklına itibar edilmediği bir yüzyıl daha yaşıyoruz. Bu yüzdendir ki alın teri dökenin rızkı, gönülden çıkan her sözün fikri çalınmıştır. Bir insanı, bir toplumu tanımak ancak ve ancak emekle akıttığı tere, akılla söylediği söze dikkat kesilmekle mümkündür. Emekte ter, gönülde fikir biter. Her biten ot bittiği yerin kabiliyetini, iklimini bildirir. Kirlenen insan, tükenen toplum girdabında yüzlerce yıldır yanılan insanlığın öyküsünü Gabriel Garcia Marquez; ‘Kırmızı Pazartesi’ adlı eserinde tuhaf bir cinayetle kana bulanan ‘kırmızı bir Pazartesi’yi ve işleneceğinden herkesin haberdar olduğu bir namus cinayetiyle anlatır. 

‘Kırmızı Pazartesi’; Gabriel Garcia Marquez’in ilk kez 1981’de yayımlanan cinayet romanı olmakla beraber onun felsefi, sosyolojik, psikolojik, ideolojik ya da teolojik alt yapısını okuyucusuna aktardığı ve bölgesel olandan evrensel olanı yakaladığı, 1982 Nobel Edebiyat Ödüllü eseridir. Eser Kolombiya’nın küçük bir liman kasabasında işlenen aleni bir cinayetin işlenişindeki müphemliği yansıtır. Görünende gizlenmiş sırların, sırlarda açıkça ifade edilen haberlerin olabileceği hakikati eserde hem tüm zamanı hem tüm mekanı kapsar. Romanın ana temasını da bu tezat oluşturmaktadır.

Marquez; cinayeti meşru hâle getiren toplumun sosyo-kültürel yapısını yansıtmak adına özellikle roman kahramanlarından faydalanmıştır. İşleneceği herkesçe bilinen bir cinayetin öyküsü olan roman; Marquez’in nedenlerden sonuca giden geleneksel anlatı düzeneğini tersine çevirdiği ve sonuca yol açan nedenleri ters yönde irdelediği bir eserdir:

O sabah kasabadaki herkes yakışıklı, aklı başında, yirmi bir yaşında ve kendine ait bir serveti olan Santiago Nasar’ın Pablo ve Pedro Vicario kardeşler tarafından öldürüleceğini bilmektedir. İşlenecek cinayetin nedeni bellidir: Kasabanın yenisi, zengin Bayardo San Roman; anlı şanlı bir düğünle, deli divane olduğu Angela’yla, kara mizah üstadı yazarın ‘Melek’ adını verdiği Angela’yla, evlenip gerdeğe girmiştir. Ne var ki Angela bakire çıkmaz. Bayardo, Angela’nın ağzından bu durumun suçlusu olarak Santiago Nasar’ın adını aldıktan sonra onu evine yollar. Angela’nın doğru söyleyip söylemediği eser boyunca anlaşılamayacaktır ama nasıl olmuşsa olayı herkes ayrıntılarıyla öğrenmiştir. Angela’nın ikiz kardeşleri Pablo ile Pedro da ailelerinin onuruna sürülen bu lekeyi Santiago’yu öldürerek temizlemeye karar verdiklerini herkese ilan etmişler, bıçaklarını kasapta iyice biledikten sonra Armenta’nın aşevinde kafayı çekerek kurbanlarını beklemeye başlamışlardır. Kasabaya yıldırım hızıyla yayılan bu durumdan bir tek Santiago’nun haberi yoktur.

Bugün bu romana benzer şeyler yaşıyor ülkem.  Tek farkla. Bizimkinin adı: ‘Kırmızı Pazar’! Mafyalaşmış bir ülkenin sözüm ona Mafya Babası Sedat Peker, Youtuberlığının dokuzuncu videosunu yayınladığı bu sabah ‘Yaşadıkça ve yaşlandıkça değil, direndikçe büyüyoruz’ başlığıyla duyuruyor pazarın kırmızılığını. Ancak bu kırmızı pazar herkesçe bilinene ve anlatılanlara tezat büyük bir suskunluk getiriyor ülkeme. Tıpkı Marquez;in romanında anlattığı gibi… Kirlenen insan, tükenen toplum susar çünkü…