Dile getirmenin ağırlığı var. Kadın ce Cinayet kavramlarının bırakın aynı anlamda kullanılmasını, insan yaşamını sonlandırma amacı güden her türlü eylemin olma ihtimali bile korkunç. Bu eylemin özellikle Kadın ile telaffuz edilmesi kadar korkunç bir durum olamaz.

“Kadın cinayetleri nasıl durdurulabilir?”

Yanıtı olmayan veya bulunamayan bir soru! Çünkü cevap bulmanın tek bir yolu yok. Tek sebebe dayanan bir eylem değil. Olayların-olguların ve yaşam sürecimizin halleri-durumları itibariyle ortaya çıkan tüm eylemler ve davranışlarımızın bir nedenden kaynaklanan sonuçları yok.

Eylem ve davranışların ortaya çıkışında değişken etkenler-sebepler ve psikolojik dürtülerin, bilinçaltı birikimlerin, koşulların, yaşam şartlarının ve kişilik tiplerinin önemli payı vardır. Anlık kızgınlık ve yaşanan anların etkisi ile insanlar tepkisel hareketlere girse de davranışlarımızı belirleyen asıl dürtüler ve içgüdüsel tepkiler geçmiş yaşam ile kişilik özelliklerinin harmanlanan eylem tarzlarında gizlidir.

Cinayet gibi insanın hem fiziki dünyasını hem de ilahi hayatını bitiren-bozan eylemlerin asla mantıksal bir açıklaması ya da meşru görülebilecek tarafı olamaz. Bu yüzden kadınlar kendini güvende hissedemiyor. Alınması gereken önlemler de yetmiyor. Çünkü yasal ve hukuki dayanaklar olayların önlenmesine yetmiyor.

Hayatlarımızı başkalarının kullanımına sunmak başta olmak üzere Ahlaki ilkelerin yozlaşması, daha iyisini yaşama isteği, özgür hareket ve yaşam isteğinin yanlış yorumlanması gibi nedenler aile bütünlüğünü bozmakta ve çocuk yetiştirme sorumluluğunu unutturmakta. Maddi sorunlar, ayrılık ve boşanma, namus kavramının yanlış yorumlanması, kadını ikinci vatandaş görme kültürü, erkek egosu ve aitlik duygusu, Sosyal Medya ve TV programları gibi bozucu etkenlerin oluşturduğu altyapı sayesinde şiddet eylemlerinin sergilenmesi sağlanıyor.

Son bir yıl içerisinde sayılan nedenlere bağlı olarak, İçişleri Bakanlığı tespitlerine göre yıl bazında 234 kadın cinayeti normal bir rakam değil. İnsanın içini acıtan ve ruhunu inciten tespit rakamlarının yerinde durmadığı ve artmaya devam eden bir yükselişle cinayet haberlerine gündem oluşturduğu gerçekliği ile karşı karşıyayız. “Önlenmesi noktasında çizilmesi gereken bir harita ve eylem planı olmalı” demekle sorun hallolmadığı gibi kısmen de olsa yasal dayanaklar konusunda bazı tedbirler alınmış durumunda.

Ama gelin-görün ki, kişilerin vicdanı, ahlak anlayışı, bireysel donanım ve ilahi olana yönelik dini duyguların hiç biri engel teşkil etmeye yetmiyor. Yapılması gereken şey maddi ceza ile demir parmaklıkları sınırsızca kullanmak ve haksızlık varsa yaptırımları kullanmak olmalı.

Doğal fıtrat ve yaratılış gerçekliği açısından olduğu kadar sosyal konumu ile de asli görevlerini ikinci plana atabilen Kadın olgusunun karşılaştığı durumlar bir kimlik karmaşasının sonucu da olabiliyor. Çünkü erkek ve kadın kimliği ile yaşam alanlarında bulunma konumuna-statüsüne göre asli sorumluluklar unutulmuş gibi…

Bu noktada karşımıza çıkan kavram “Yozlaşma” olmakta. Yozlaşma insani ve ilahi kimlikten kopma, değerlerinden uzaklaşma, inançların yok olması, kişilik ve benlik özelliklerini kaybetme, ne olduğunu unutma anlamlarına gelmekle birlikte; Ortaya çıkan kayıpların ve yitirilen özelliklerin sonucu girişilen eylemlerin ve davranışların yarattığı tahribatların bütünüdür.

Bireysel manada değer kayıpları olabildiği gibi toplumsal anlamda sayısız insanı içine alan kitlesel kayıpları da kapsamaktadır. Bir anda olacağı gibi uzun yılların birikimi ile kaybedilen değerler sonucunda da şuur ve irade dışı eylemlere yol açılabilmekte.

“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” gibi bir deyimin yarattığı ağırlığı ve yarattığı etkileri düşünerek lügatimizden çıkarmamız gerekiyor. Farklı manalara indirgenen bu deyim ile cinsiyet karmaşası yaşanması bir yana; Erkek-kadın cinslerinin varlık nedenlerinin asli sorumluluğundan sıyrıldığı ve aile, çocuk, eğitim, temiz nesil ve toplumsal şuur alanlarında sebep olduğu karmaşa ile insani olmayan yeni kimlikler doğurduğu görülmekte.

Cinsiyet farklılığı veya toplumsal eşitlik konusunda kadın-erkek farklılığı net olarak ortaya konmalı ve eğitim müfredatı itibariyle işlenmeye çalışılmalıdır. Kadınların cinsel obje olarak görülmemesi gerektiği düşüncesini yok etmek gerekiyor. Aile içi şiddet olayları sadece hukuki yollarla, cinayetler de kolluk kuvvetlerinin dayatmasıyla tam anlamıyla önlenemiyor.

Kadın cinayetleri başta olmak üzere yozlaşmaya yönelik değişime kapılmama adına temel değerler ve insani özellikler konusunda sahiplenilmesi gerekenlere açık olmamız gerekiyor. Çünkü zarar gören de mağdur olan sadece olayların içerisindeki aktörler değil, çevreye yayılan bozucu etkenlerin zamanla bizleri de bulması sonucu yakınlarımız ve kendi yaşam alanlarımız olmakta.