Modern hayat ve teknolojik gelişmişlik düzeyinin insanlık tarihine hediyesi sadece rahat ve konforlu bir yaşam değil. İhtiyaçların kolayca karşılanmasını sağlayan üretim olanakları ve yaşam alanlarının insana değer katan zenginliği hiç değil.
Aynı zamanda bireyselleşme, yabancılaşma, birliktelik ruhunun zayıflığı, egoizm, menfaat ve çıkarcı düşünme ve içine kapanma alışkanlıklarını da hediye ediyor.
Çünkü gelişmişlik ve modernlik olguları topluluk halinde yaşama, ortak mekânlar, çevreler, ilişkiler ağı ruhunu öldürüyor. Kaybolan ve yitirilen alışkanlıklar, samimiyet ve duygusallık üzerine kurulu olan yaşam örgümüzün mutlu yüzlerinin yerini, çıkarlar ve menfaatler üzerine kurma zorunluluğu hisseden bireylere bıraktı.
Kaybedilen şey birlikte yaşama şuurudur. İnsanın kendisini yaşadığı ilişkiler ağından soyutlayarak, karşısında olanların yerine koymaktan uzaklaşmasıdır.
Neden kendimizi başkasının yerine koymalı veya onlar gibi düşünmeliyiz?
Bir arada yaşandığı, ortak zamanlar-mekânlar kullanıldığı, aynı ihtiyaçların aynı bilinçle karşılandığı, güvenlik ve korunma ihtiyacının hissedilmesi, en önemlisi insan olmanın değerlerine sahip olunması nedeniyle ortak yaşama olan ihtiyaçlardan dolayı…
Çünkü empati insanları anlamayı, kendimizi başkasına anlatabilmeyi mümkün kılar. Aksi taktirde empati olmaması ve empati kurulmaması sosyal kimliğimize, toplumsal ilişkilerimize engel olur. Kişilik bozukluğu başta olmak üzere yozlaşma, yabancılaşma, davranış bozukluğu, kendini beğenme ve kendini büyük görme denen kibir duygusu, sorumluluklar ve birlikte yaşama isteği karşısında duyarsızlaşma sonuçlarını doğurur.
İnsanlar, empati dediğimiz duygusal eylemler sayesinde bir araya gelme, ihtiyaçları ortak eylemlerle karşılama, üretimde bulunma, paylaşma, tüketim ortaklığı kurma gibi ortak davranışlara sevk eden koşullara uymanın zorunluluğunu hissetmeye başlarlar.
Kendini başkasının yerine koyma becerisi veya başkası gibi düşünebilme ve davranışta bulunma ihtimalini göz önünde tutma bilinci olarak tarifi yapılabilen kavramın insanlar arası ilişkilerde yönlendirici rolü var.
Ahlaki konuda iyi ile kötü arasında yapılan tercihlerde belirgin rol üstlenen empati kavramı, diğer insanlarla aynı değerleri ve yaşamın ortak yönlerini yaşama fırsatı doğurur. “Ben ne düşünüyorum ve ne yapmalıyım?” sorusunun yanıtında diğerlerinin sorumluluk ve eylemleri de ağırlık kazandığından, insanlar arası ilişkilerde gözetilmesi gereken noktaların hassasiyetle davranılması gerektiği fark edilmekte.
Zamanımızın ihtiyaç duyulan ana duygularından biri aslında “Beni düşünen biri var mı?” sorusu değil mi? Düşünülmek, değer görmek, söz sahibi olmak, insanları yönlendirmek, kendini birilerine veya olgulara ait hissetmek gibi insana karakter kazandıran hislerin temelinde empati kavramı yatar.
Çünkü değer görmek ve düşünülmek için öncelikle değer vermek ve başkasını düşünmek gerekiyor. Bu sayede hayata anlam katan ve insani alt yapımızı temellendiren duygulara kavuşabiliyoruz.
Mesele sadece çıkarlar ve menfaatler üzerine bir hayat kurmak ve insanları kendi yaşam alanlarımızdan uzak tutmakla bitmiyor. Yaşam alanlarımıza, düşüncelerimize ve duygularımıza katabildiğimiz oranda insanlardan karşılık görmekteyiz.
Bunun başında da yakın çevre ve birincil ilişkiler kurulan kişilikler gelir. Değer vermek, değer görmek; Çıkarsız yaklaşmak, çıkarlara alet olmamak; Ahlaki davranışlarda bulunmak, yıkıcı davranışlarla karşılaşmamak gibi iyi ile kötüyü birbirinden ayıran eylemlerde bulunmak sayesinde benliğimiz ve karakterimiz gelişim gösterir.