Merhaba değerli okuyucularım, gün itibari ile Pusula Gazetesi nezdinde yazılarımı yazmaya başladım,yazılarımın gündem konusu genel manada Avukat olmam hasebi ile doğal olarak hukuk olacaktır.Bu vesile ile yazacağım yazılar siz değerli okuyucularıma umarım faydalı olacaktır.

 

Tapu iptal ve tescil davaları günümüzde ülkemizde sıklıkla karşılaşılan dava çeşitlerindendir. Bir çok çeşidi olmakla beraber sayfamda şimdilik vekaletnamenin hile ile alınması neticesinde ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan tapu iptal ve tescil davalarına ilişkin olacaktır.Öncelikle bu tip davalarda zamanaşımı söz konusu olmamaktadır.

Dolayısıyla vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanan davaların herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmadan açılabilen dava çeşitleri olduğunu vurgulamak isterim.Bu tip davalarda görevli mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.Bu tip davaların esası ise yine bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır.

Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.  6098 s. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506/2 (818 s. Borçlar Kanunun 390/2.) maddesinde “vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür" amir hükmü mevcuttur.Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona  dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar.

Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında  bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, 

Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından Hâkim tarafından kendiliğinden (re'sen) gözönünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir diyerek yazımı sonlandırıyorum, yukarıda açıkladığım bilgiler okuyucularıma faydalı olur umarım.

Yeni bir yazıda buluşmak dileği ile sevgiyle kalın…