Kıymetli Okurlar;
Mübarek Ramazan Şerif ayındayız. Bereket ayındayız. Rahmet ayındayız. Şefkat ve merhamet ayındayız. Bunun gereğini bir müslüman olarak yerine getirmeliyiz. Bir mü’min olarak davranış sergilemeliyiz. Derin bir üzüntüyle müşahede ediyoruz görüyoruz ve duyuyoruz. Etrafımızda ve şehrimizde acınılacak durumda olan kardeşlerimiz vardır. Üstüne giyecek bir şeyi ve yiyecek lokması olmayan insanlarımız vardır.
*Burnumuzun dibinde ki bu olanları göremiyoruz veya görmek istemiyoruz.
İşimize geldiği yerde de, gösteriş ve riya söz konusu olunca,medya ve kalabalıklar şahitliğinde yapamayacağımız fedakarlıklar yoktur. Veremeyeceğimiz paralar yoktur. Halbuki bu şekilde bir infakın ve yardımın Allah katında zerre miskal değeri yoktur. Asıl fedakârlık, söylemeden, göstermeden ve reklama bulaşmadan yapacağımız infaklardır. Bunları görmek zorundayız, bunlardan sorumluyuz, bunları araştırıp bulmalıyız. İstemekten içtinap eden binlerce Müslüman fakir var bu şekilde. Varlıklarından habersiz olduğumuz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmak, onları yedirmek ve giydirmek zorundayız. Giydiklerimizde ve yiyip içtiklerimizde onların hakları vardır. Vermek zorundayız, yedirmek zorundayız. Bunlardan habersiz bir müslümanlığı yaşayamayız. Umursamaz bir tavır sergileyemeyiz. Yüce Allah bunların hesabını bizlere mutlaka soracaktır. Efendimiz sa: Ey Esma; “Fakirlere infak et, hesap etme. Yoksa Allah aleyhine olarak hesabını görür; depo etme, yoksa aleyhine günah birikir” tavsiyesine uyalım. Evlerimizi açalım, kasalarımızı açalım, gönüllerimizi açalım, imkanlarımızı açalım. Duygularımızı seferber edelim. İşte O zaman adam gibi adamlıktan söz edebiliriz. Nerelere, kimlere ve nasıl harcadıklarımızı da iyice tahlil edelim. Yüce Allah buyuruyor:
“Ey Muhammed! Sana, Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. Oysa asıl, kimlere harcamak gerektiğini sormalıydılar. Onlara de ki:
“Harcayacağınız mallar, ana baba başta olmak üzere akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Öyleyse az çok demeyin iyilik edin, çünkü her ne iyilik yaparsanız, Allah onu mutlaka bilir ve karşılığını mutlaka verecektir.” diye buyurmaktadır yüce yaratıcımız. Bkr.215.
Bunları görmek ve merhamet etmez zorundayız. Yüce peygamberimiz sav buyuruyor:
” İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” buyurmaktadır. (Cerir b Abdillah). Yeryüzündekilere merhamet edelim ki, göktekilerde bizlere merhamet etsinler.Bunu yapmakla Malımızdan ve mülkümüzden de bir şey eksilmeyecektir. Tam tersine artacaktır. Ve mükafatı da Allah tarafından kat kat verilecektir.Yüce Allah buyuruyor yine:
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, tıpkı buğday tohumu eken bir çiftçinin durumuna benzer: Toprağa atılan bu tek tohum, her başağında yüz buğday tanesi olmak üzere, tam yedi başak filiz verecektir. Yani, Allah yolunda harcama yapan kişi, mükafatını yedi yüz katıyla alacaktır. Hattâ Allah, dilediğine, bundan kat kat fazlasını da verir. Çünkü Allah, lütuf ve merhametiyle sınırsızdır, her şeyi bilendir.” buyurmaktadır. (Bakara.261)
İşte böyle bir davranış sergileyenler mahşer gününde de ne korkacaklar nede endişeleneceklerdir. Yüce Allah buyuruyor:
Mallarını gece gündüz, gizli açık demeyip hangi zaman ve durumda olursa olsun, ihtiyaç sahibini görür görmez derhâl harcayanlar var ya, onlar için Rableri katında nice ödüller vardır ve mahşer günü onlar ne korkuya kapılacak ne de üzüleceklerdir. diye buyurmaktadır. (Bakara.274)
Mevlam o gün korkmayan ve endişelenmeyenlerden kılsın. Mallarını Allah yolunda cesur bir şekilde harcayanlardan eylesin.Verdiği bu cömertçe davranışından ötürü cennetini satın alanlardan eylesin.Ve cümlemizi Allah’ın o çok sevdiği mert ve cömert kullarından eylesin. AMİN
AYETİ KERİMELER:
Yüce Allah buyuruyor:
“Andolsun ki, senden önceki Peygamberler de aynen senin gibi yalanlandı fakat her türlü yalanlama ve işkence karşısında yılmadan direndiler ve sonunda yardımımız onlara yetişti. “Acaba bu yasa benim için geçerli midir?” deme. Öyle ya, hiç kimse ve hiçbir güç, Allah’ın kanunlarını değiştiremez! Ve bu Peygamberlerin başından geçen bir kısım olaylar, Kur’an’da yer yer sana da anlatıldı. O hâlde, onları kendine örnek al. Kâfirleri inandıracağım diye mûcizeler, kerâmetler peşinde koşma:
“ Ey Peygamber! Eğer bu inkârcıların senin dâvetinden yüz çevirmeleri ağırına gittiyse, haydi gücün yetiyorsa, yerin derinliklerine inebileceğin bir tünel aç; ya da göğe yükseleceğin bir merdiven daya da, onlara bir mûcize getir bakalım! Sakın böyle bir işe yeltenme! Zira toplumda zihinsel ve ahlâkî devrimin gerçekleşmesi için doğru yöntem bu değildir. Allah dileseydi, insana verdiği irâde ve tercih yeteneğini elinden alır ve inkâr edenlerin hepsini imana getirebilirdi. Fakat öyle yapmadı. Çünkü bu takdirde, insanın ahlâk ve erdemliliğinin hiçbir anlam ve değeri kalmaz, onun meleklerden ayrı olarak yaratılmasının hikmeti ortadan kalkardı. Oysa Allah, insana özgür bir irâde vermiş ve onu, dilediği inanç ve hayat tarzını seçme konusunda serbest bırakmıştır. Bu yüzden insan, ancak kendi özgür irâdesiyle aklını kullanıp doğru yolu seçtiği takdirde gerçek anlamda ahlâk ve erdemliliğe ulaşabilir. O hâlde, sakın bu gerçeği göz ardı edip de câhillerden olma! “ (EN’AM,34-35)
HADİSİ ŞERİF:
Ebu Saîd el-Hudrî ra’in rivayetine göre, Allah’ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve Selim) şöyle buyurdu:
“Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar siz de onları takib edeceksiniz.” Biz sorduk: Ya Resûlellah! Yahûdiler ve Hıristiyanları mı kast ediyorsunuz? Şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı? ” diye buyurmuştur. (Buhari)
PEYGAMBER EFENDİMİZ SAV’DEN DUALAR:
“Allah’ım! Bana öyle bir iman ver ki, kalbime yerleşsin, her şeyi Senden bileyim ve Senin iznin olmaksızın hiçbir şeyin bana dokunmayacağına inanayım. Bana taksim ettiğin rızka da beni razı kıl.”
“Allah’ım! Bizi, sana çok ham dedenlerden ve seni çok zikredenlerden kıl.Nasihatini tutalım, emirlerini öğrenip yapalım.”
HZ ALİ RA:
Hamd kulları yaratana, yeryüzünü döşeyene, suları yeryüzünde akıtana, yerleri sellere düzleyene. Evveline bir başlangıç, ezelî oluşuna bir son yok. Evveldir, zevâli olmaz; bâkidir, sonu olmaz. Alınlar ona secde eder; dudaklar birliğini söyler. Yarattığı şeyleri sınırladı, benzerlerinden ayırdı. Vehimler, düşünceler, sınırlarla, hünerlerle O’nu takdir edemez; akıllar, uzuvlara âletlere benzeterek O’nu bilemez; O’na bir zaman vardı denemez; zaman isnâd edilemez; hakkında ne vakte dek diye de soru sorulamaz. Görünendir, eserleriyle; neden ve nereden diye bir suâle imkân yok. Görünmeyendir zâtiyle, nerede gizlidir diye de sorulsa buna da bir beyân yok. Ne cismi vardır, görünür; ne bir hicâp altına girer; bilinir. Ne zâtiyle eşyâya yakındır ki bir şey densin; ne kudretiyle eşyadan ayrıdır ki ayrılmıştır densin. Kullarının bakışları, geceleyin adım atışları, karanlıkta dinlenişleri, karanlıklara dalışları, gizli değildir O’ndan. Aydınlatıcı Ay, O’nun bilgisiyle, irâdesiyle doğar, âlemi aydınlatır. Ardından aydın güneş doğar, âlemi ışıtır, batar. Zamanlar döner; günler, geceler geçip gider. Gece yüz gösterir, gelir; gündüz olur, biter; O hepsini bilir, hepsini görür. Bilgisi, her şeyin, her işin sonunu ve müddetini, zamanını ve sayısını kaplar, kavrar. O, sıfat takdir edenlerin, mekân tayin eyleyenlerin takdirinden münezzehtir; tayininden yücedir. Sınır, O’nun yarattıklarına aittir. O’ndan başkalarına mensuptur. Eşyâyı, ezelî olan, ebedî maddelerden yaratmamıştır; yaratılanı O yaratmıştır, O sınırlamıştır; şekil ve sûret sahibi olanların şekillerini, sûretlerini o tasvîr etmiştir; ne de güzel şekil vermiştir, ne de güzel sûretle bürümüştür. Hiç bir şey O’ndan çekinemez; hiç bir şeyin baş eğmesi O’na fayda vermez. Ölüp gidenleri bilmesi, diri kalanları bilmesi gibidir; yüce göklerde olanları bilmesi, aşağılık yerlerde olanları bilmesi gibidir.163
ÜSTAD BEDİ’UZZAMAN HZ:
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da fedâ ettim, ahiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esâret zindanlarında yâhut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harplerde bir câni gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyâde, ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.
Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehâmet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.
İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı fedâ ettim; helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sâyede Risâle-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti, belki daha ziyade-imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle, yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar îmânın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.
Tarihçe-i Hayat, s. 543-544
RAMAZAN SOHBETİ (14)