En kötüsü, kişinin kendisini sorgulaması ve iç muhasebesini yapması sanırım!

Çünkü herkes kandırılabilir, ancak kişinin kendi kendisini kandırması zor.

Kişinin kendisini sorgulaması, doğru ile yanlış olanı seçmesi, ahlaki veya insani tercihleri belirleme konusunda arayışta olması konusunda muhasebe yapması acı verir.

Vicdan denilen dürtü-duygu, insanı iç muhakemeye, yanlışları ve hataları pişmanlıklar üzerine kurmaya yönlendirdiğinden, kaçınılmaz mahkeme sahnesi kendiliğinden kurulmuş oluyor.

Lügat anlamının Arapça kökene dayandığı kavramın karşılığı bir şeyin kokusunu, sesini, tadını fark etmek ya da niteliğini ve niceliğini algılamak olarak önümüze çıktığı görülüyor. En kötüsü dedik ya, kişinin kendisini sorgulaması ve kendi iç muhasebesini yapması kötü bir hesaplaşma. Asıl sıkıntı sınır ötesi “Vicdan Azabı” denilen sorgu halinin kalpleri ve bilinçleri yok etmeye yarayan yıkıcı tesirlerinde.

Çünkü vicdan azabı öyle herkesin altından kalkabileceği veya hesap verebileceği bir zaman dilimi değil. Hesap ve sorgu hali insanlara, kurumlara, gruplara ya da maddi herhangi bir unsura değil; İnsanın kendi kimliğine, benliğine, kişiliğine, bilinci ve aklına karşı olan bir savunma mekanizması üzerine kuruludur. Daha sıkıntılı olanı da kaçışı olmayan bir sorgulama anı olması!

Vicdan, varlık kazanan insanı, düşüncelerinin ve niyetlerinin sonucu ortaya çıkan eylemler konusunda uyaran, yönlendiren, yanlışları gösteren ya da ne yapacağı noktasında doğruyu işaret eden bir uyarım halidir.

“Vicdan, kişilik özelliği olarak yapılan-yapılacak olan davranışların doğru-yanlış süzgecinde değerlendirilerek ahlaki açıdan iyi olana yönlendiren, akıl-zekâ yeteneğine duygu-heyecan hislerini katarak yıkıcı ve zarar verici her türlü etkiden kurtaran iç hesaplaşmasıdır” tanımını yapmak doğru olacaktır.

Davranış ve eylemleri ölçen, doğru kabul edileni seçen veya toplumsal bilince, birliktelik şuuruna katkı sağlayan bir duygu dalgası olduğundan, sadece toplumsal kurallar tarafından kullanılan bir bireysel potansiyel değildir. Aynı zamanda dini ve ahlaki değerleri canlı tutması, ilahi kaynakları benimsemesi açısından da insan yaşamının vaz geçilmez kavramlarından biri olarak kabul edilmiştir.

Toplumsal vicdan denilen kurallar-normlar itibariyle önümüze koyduğu ilkeler ve yaptırımların özümsenmesinde bireye rehber olan vicdan olgusu, sosyal dayanışma-sosyal yardımlaşma ruhunun hayatımıza aktarılmasında asıl sorgu merkezi görevini yürütür.

Toplumsal kuralların uygulanmasında ya da kültürel ve geleneksel hayatımızın devamında süreklilik sağlanması için kullanılan ödül-ceza kavramlarının karşılaştığı engellerin veya uygulama eksikliklerinin önlenmesinde, birey ve kişi merkezli vicdani donanımların varlığı her zaman çözüm olmuştur.

Kişiye verdiği huzur veya iç sıkıntısı hisleri ile uyarıcı olan vicdan kavramı, bazı düşünürler tarafından yetenek olarak kabul edilse de doğuştan geldiği ve insandan insana değişim gösterebildiği bir gerçektir. Bulunulan çevre ve yetişme koşullarına göre şekillendiği kadar eğitim ve gelişim evrelerinin etkisiyle de değişimler yarattığı tespit edilebilmekte.

Kişilik tiplerini belirlemeye kaynaklık eden vicdan yeteneği veya özelliği, insanı şiddet meyilli olma, yumuşak karakter gösterme, uyumlu karakter sergileme, sert tabiatlı olma ya da sakin mizaçlı davranma gibi davranış kalıplarına oturtma seçeneklerine sahiptir.

Ama vicdan ve sorgulama yeteneğinin ortaya çıkması için başka kaynaklar da gerekiyor. Birincisi saf ve temiz bir kalp; İkincisi de düşünce ve niyetler konusunda temiz bir akıl-zekânın varlığıdır. Kalp ve akıl yeteneklerinin temiz bir temele oturmadığı zamanlarda-ortamlarda vicdan sorgulanamaz ya da vicdani eylemler ile erdemli davranışlara yol açılamaz.

Davranışlarımız ve eylemlerimizin yanında düşüncelerimizin de vicdan tahliline tutulması gereken bir zamanda yaşama adayı bireyler olarak kötülük ve haramdan korunmanın yollarını belirlemenin başarısını duyumsamak gerekiyor. Çünkü zamanımız ve yaşam alanlarımız ölüm, korku, bağımlılık, yozlaşma, kötülük, sanal âlemler, hayali kurgular ve bireyi kendi içine mahkûm eden bir sürecin basamaklarında yaşam yolculuğunu yukarı doğru yapamayan insan kitleleri ile dolu.

Bir noktada unuttuğumuz, düşünce ve eylemlerimizde kullanmadığımız, zarar verici olan kötülük etkenlerini yaşatan vicdani ilkelerimizi hatırlamanın vakti geldi. Değerler, mahremiyet, namus, inanç, güven, haklar, kabullenme ve insanı üstün tutma gibi insanoğlunu hayal edilen seviyelere çıkarma amacı güden ilkeleri hayatımızın neresine yerleştireceğimizi planlamak zor olmasa gerek…