Soğuktan örselenmiş elleriyle tuttuğu çay bardağını sıkıyordu farkında olmadan. Biraz olsun içinin titremesi geçsin istiyordu. Yazdan kalma güneşe sonbahar rüzgarları eşlik ediyor, ara sıra yüzüne ılık damlalar dokunuyordu. Tarabya sahilinin en güzel noktasındaydı oturdukları kafe. Kayalıklara vuran dalgalar içindekilerin dışa vurmuş hali gibiydi. Uzun süre çıkamadı bu boğulduğu çalkantılardan.
Bir yudum daha aldı çayından biraz daha ısınabilmek için. Rüzgârdan dağılan kıvırcık, uzun saçlarını soğuktan sertleşmiş parmaklarıyla düzeltmeye çalışıyordu. Ara sıra gözlerini karşısında oturan, bir zamanlar uğruna her şeyinden vazgeçtiği ve hala deliler gibi sevdiği adamın üzerinde gezdiriyordu. Elleri çarptı gözüne, arasında sigaranın yuvalandığı, ince, zarif elleri... İlk defa bir karanlık bir sokak aralığında tutmuştu onları. O an duyduğu güveni en son çocukluğunda, babasının onu kucaklamasıyla hissetmişti, sonradan çok özlediği o kucaklamayı...
Adamsa hala hayranlık duyduğu kadının saçlarında arsızca dolaşan güneşin ışıltılarına dikmişti gözlerini. Yüzünde iri duran gözlerinin feri gitmişti ama hala çok derin bakıyordu yeşili. Alışkındı onun son zamanlarda böyle dalıp gitmelerine. Çekip çıkarmak istemiyordu onu sığındığı suskunluk limanından. O an aklından geçenleri bilmek için neler vermezdi, biliyordu, sorsa da söylemezdi. Genç kadının ellerinin titrediğini fark etti birdenbire.
“Üşüyor musun?”
Gösterdiği bu yapay ilgiden nefret ediyordu kadın. Eğilip masanın üzerinden saçlarını kulaklarının arkasına koyup küçük yüzünü avucunun içine aldı adam. Gözlerini, gözlerine dikti.
“Ne olur konuş, seni neyin derinlere çektiğini bilmek istiyorum,” dedi merakına yenik düşerek.
Son zamanlarda nasıl da solmuştu güzelliği. Saçları cansızlaşmış, ten rengi sararmıştı. Epey kilo da kaybetmişti. Sahi ya, sormuyordu artık ne yediğini ne içtiğini, neler yaptığını. Birlikte yemeğe çıkmayalı epey olmuştu. En son ne zaman birlikte kıyafet aldığını da hatırlayamadı bir an. Son zamanlarda ne kadar ihmal etmişti kadınını.
Buz dağlarını kırıp güneşi doğuran bakışlarını kaçırdı sevdiği adamdan kadın.
“Evet üşüyorum, soğuktandır, dedi. Hava ayaz ya!”
“İnce giyinmişsin, dikkat etmiyorsun kendine. Son zamanlarda epeyce kilo da kaybettin.”
Gözlerini devirdi kadın, onun içten kurduğu sevgi sözcükleri geldi kulağının kıyısına, yuttu...
“Güneşe aldandım,” dedi ve sessizce devam etti “Bir zamanlar sana da aldandığım gibi.”
Duymadı adam. Gözlerindeki kristaller bir dökülse kıracaktı belki içinde mesken tutmuş kayalıkları. Akıtamadıkça büyüyor ve büyüdükçe acıtıyordu canını. Ağlamayacaktı, sevdiği adam hiç sevmezdi bir kadının gözyaşlarını. Çocukluğunda hep ağlarmış annesi ve zihnine hep zayıf kazınmış ağlayan bir kadının gözleri. Onun gözünde küçülmek istemiyordu daha fazla. Kararlıydı, bu defa aşkının onurunu kurtarmak adına gidecekti. Hem de ayrılığa dair tek bir söz dahi etmeden...
Bir aşkı çirkinleştirmekten başka ne işe yarardı ki bittiğine dair kurulan tüm cümleler? Kalpte başlayan bir aşkı, sözlerle bitirmek değil midir en büyük katliam? Gözlerde saklıdır aşkın asaleti, kalpte biten bir aşkı en iyi gözler anlatır. Isıtmıyordu artık sevdiğinin bakışları, okşamıyordu kurduğu cümleler gönlünü. Bunları konuşmak ne kadar da anlamsızdı!
“Biliyor musun daha çok yüreğim üşüyor. Bir gece düşüyor gündüzüme, yolumu bulamıyorum.”
Oturduğundan beri art arda sigara yakan ve söyleyeceklerini bu dumanda boğmaya çalışan adam, konuşmakla konuşmamak arasında gidip geldi. Karşısında bir zamanlar aşkından ölürcesine, şimdi ise acıyarak baktığı kadının aklından geçenleri okuyamadıkça erteliyordu kuracağı cümleleri. Ne demek istediğini anlayamamıştı. Uzun zamandır da anlayamıyordu anlatmak istediklerini. Anlamak için de bir çaba sarf etmiyordu doğrusu. Yönünü kaybetmiş bir pusula gibi tutuyordu bu aşkı ellerinde. Ne bitirecek cesareti ne devam edecek yüreği vardı. Bir sigara daha yaktı, aşkının bir sigara içimlik ömrünün olup olmadığından habersizce. (Devamı Yarın)