Bireysel bir varlık olmadığımızı anladığımız zamanlardan bugüne dek küçük küçük gruplaşmalar oluşturduk. Bazen bu gruplar büyüdü ve milletler, devletler gibi daha büyük topluluklar oluşturduk. Bu toplumlaşma, haliyle beraber yaşamanın getirdiği bazı sorunlar veya çözümsüzlükler de getirdi. Kimi zaman irili ufaklı ya da yazılı/yazısız birçok kuralın olduğu kitaplar yazıldı/söylendi. Kimi zaman da insanların da erişemeyeceği daha kutsal, daha ilahi ve daha bir bilinmez gücün kurallarına ihtiyaç duydular. İşte tam olarak bu ilahi güce olan inanç beraberinde ilahi güce olan saygının yanında bir korku da geliştirdi. Ve insanlar korkunun olduğu yerde saygıyı ya unuttular ya da korkuyla karıştırdılar. Nihayetinde din denilen olgunun önce olgunlaşması ve sonucunda da patlak vermesi ile dinin büyüsü anlaşılmadan etkisini yitirdi. Zamanla diğer etmenler de dine ve Allah’a olan bakış açımızı ve inanç düzeyimizi olumsuz bir biçimde etkiledi.
Asıl değinmek istediğim ise korkuyla saygının karıştırılması hususudur. Önce diğer dinlerde başlayan sonra da İslam dinine sıçrayan bu konu hakkında konuşmak ve konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Bütün bağlılık ve inanç sistemlerini incelediğimizde önce anlaşılmak istediklerini görüyoruz. Daha sonra da saygı ve sevgi çerçevesinde ilişki sürdürülür. Biz de İslam dinini önce anlamaya çalıştık. Anlamaya çalıştığımız dönemlerde belki de en sağlıklı olan inanç ve saygı düzeyindeydik. Sonrasında Batılıların Doğululaşması yerine Doğuluların Batılılaşmaya başlaması tüm dengeleri değiştirdi. Doğu toplumları, ekonomik ve siyasi reformlarını örnek aldığı Batının dini, toplumsal ve gelenekler bütünlerini kendi toplumlarının zihinlerine empoze ederken aslında birçok inanç sistemlerini zedelemiş oldu. Çünkü tam olarak anlaşılmayan İslam dini, bilinçsiz ve anlaşılmaz bir batılılaşma şemsiyesi altında yıkıcı reformlara uğrayarak hem kendine olan bakış açısında sürekli olumsuz değişime gitti hem de toplumu soyut kavramlarla bir bütün haline getiren sosyolojik temellerine darbe üstüne darbe getirdi. Yanlış anlaşılsın istemem, İslam dinini batıl gören veya yaşatmak istemeyenlerin yüzünden bugün doğru yaşanmayan bir İslam’dan söz ediyorum.
Bugün İslam’da var olan bütün erklere saygı duyup güzel duygular beslemek yerine aman bu erkler çarpmasın, zarar vermesin ve acılı bir hayat yaşatmasın diye diye onlardan uzaklaşıp bir korku atmosferinde bu erklerden ırak bir yaşamın peşine düştük. Biz uzak kaldıkça bizden uzak kaldılar ve en son sadece belli zamanlarda muhtaç olduğumuz ama hep korktuğumuz bir varlık oldu Allah. Onun dostları da batılın yaşayan zihniyetlerine dönüştü.
Bütün bu değişim algıda yapılan bilinçli bir değişimin sonucunda oluştu hiç şüphesiz. Kimin yaptığı veya ne zamandan itibaren yapıldığı önemli değil. Önemli olan İslam dininde olduğu gibi diğer bütün inanç sistemlerinde korku ikliminden sıyrılıp prefrontal korteksi etkin olarak kullanmaktır.
Ama dinlere korku duymak, dinleri bireyselleştirmiş akabinde yalnızlaştırmıştır. Teknolojileşen düşünce yapımızda fazla sorgulamak bizi rahatsız ettiğinden hem dini hem de dini yaşayanları ötekileşirdik ve toplumdan soyutlamak zorunda bıraktık. Artık herkes sadece şoke eden durumlarda yaratıcısını hatırlar ve korka korka yardım ister. İster yardım gelsin ister gelmesin, kişi o an o durumdan kurtulduğundan yaratıcısını tekrar unuttuğu yere bırakır. Bu durumun sebebi açıkça ortadadır aslında. Biz insanlar korkuyu sevmeyiz ve sürekli uzak durma gayretinde oluruz. Bu sebeple yaratıcısını unutmanın en iyi yolu sevmediğimiz korkuyla bütünleştirmektir.
RUHU BİR BİTKİDE DOĞAYA SAVRULDU