Beklediğim kişi gelmedi,
Şehri gören bir mekânda yontulmuş bir sandalye üzerinde, dışarıda yağan yağmuru izliyorum.
Cama düşen her damla, takip ediyor bir diğerini.
Kaldırımda oluşan çukurları ıskalıyor her geçen, cehennemden bir delik sanki.
Eğiyorlar yüzlerini, kusur işlemişler gibi.
Hep birlikte aynı hatadan düşmüş başları öne.
Bir adama ilişiyor gözlerim,
Siyah montunu boğazına kadar kapatmış,
Dışarıda kalan elleriyse buz kesmiş.
Ağır adımlarla yürüyor
“yağmurdan kaçılmaz, yürünür” der gibi bir hali var.
Çok net göründüğüm gözleri, yorgun bakıyor ve sanırım pınarlarımdaki iki damla, yağmurla hem dem
Olmaya hazır.
Neydi acaba onu bu saatte kederle yürüten, aşılamayacak ne vardı ki, koca dünyada.
Yalnızlığını bağırmadan, duyuramadı mı gerçekten.
Anlaşılmayı bekleyenlerden biride kendisi miydi.
Yürümek istedim istemsizce yanında, yol arkadaşı misali aşmak bütün engebeli yolları.
Basarak cehennem çukurlarına ıslatarak, ıslanarak üstümüzü, yüzümüzü.
Kirlenmek, kirletmek ustaca değil üstelik acemice.
Belki diner kederi, insanın insana uzattığı el ile kurtulur yağmurun şiddetinden.
Bilirim çünkü insan insana lazımdır, en çok insan insana.
Uzattığım el, cama çarpıyor çıkıyorum içine düştüğüm düşüncelerden, soğuttuğum çayımdan bir
Yudum daha alarak kalkıyorum şehri görenden,
Yağmura görünüyorum, ıslanma sırası bende der gibi.
MUTLULUKLAR ÜLKESİ AFGANİSTAN (2)