Orucun Kazası, Fidye ve Kefaret:
1. Yolculuk ve hastalık.
Yolculuktan veya hastalıktan dolayı Ramazan orucunun tutulmayan günler, gelecek senenin Ramazan ay’ı gelmeden önce kaza edilmelidir. Gevşek davranılır ve ikinci senenin Ramazan orucu gelinceye kadar kaza edilmezse günahkâr olunur. Ayrıca kaza etmekle beraber her gün için bir günlük yemek fidye olarak verilmelidir. Fidye, şehirde genellikle kullanılan yiyeceklerden verilir. Fidye, sadaka olarak fakirlere verilmelidir. Kişi kaza etmesi gereken orucu, on yıl sonra kaza ederse, on yıllık fidye vermesi gerekir.
Oruca mâni olan özür, gelecek senenin Ramazan’ına kadar devam ederse, sadece orucu kaza etmek yeterlidir. Bu tehirden dolayı fidye ge¬rekmez.
Kişi orucu kaza etmeden ölürse iki durum söz konusudur; Ya kaza etmek imkânı bulmuştur veya bulamamıştır. İkinci durumda kişi günahkâr olmaz ve orucunun kazası söz konusu olmaz. Çünkü orucu tutamaması kendi suçu değildir. Fakat kaza etmek imkânına sahip olduktan sonra ölmüşse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendubdur. Buradaki velı’den maksat, kişinin akrabalarından herhangi birisidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Kim ki üzerinde oruç borcu varken ölürse, o ölünün velisi ölüye niyabeten (onun yerine) oruç tutabilir.”
İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre bir kadın Hz. Peygamber’e gelerek şöyle sordu:
– Annem, üzerinde bir ay oruç borcu varken öldü, (ben ne yapabili¬rim?)
– Eğer annenin üzerinde herhangi bir borç bulunsaydı, sen o borcu öder miydin?
– Evet.
– Öyle ise Allah’a olan borç başka borçlardan daha ziyade ödenmeye lâyıktır.
Yabancı bir kişi ölenin akrabalarından birinden izin alarak ölenin yerine oruç tutarsa bu oruç sahih olur. Yabancı bir kişi ölenin akraba¬larından izin almadan, ölünün de bu hususta kendisine bir vasiyeti ol¬madan oruç tutarsa, bu oruç sahih olmaz.
Ölen için hiç kimse oruç tutmazsa, her gün için 1 müdd yiyecek ve¬rilmelidir. Fidyenin de borç gibi ölenin malından çıkarılması vaciptir. Eğer ölenin malı yoksa onun yerine başkası kefaret verebilir. Böylece Allah’ın azabından kurtulur.
İbn Ömer şöyle demiştir: “Kim üzerinde bir ay oruç borcu olduğu halde ölürse, onun yerine (velisi) her gün için bir fakiri doyursun.”
İbn Abbas ise şöyle demiştir: ‘Bir kimse Ramazan’da hasta olup, sonra orucunu tutamadan ölürse, oruçları yerine fidye (yiyecek) verilir.
2. Aciz olan yaşlı ve şifası umulmayan hasta.
Oruç tutamayan yaşlı kişi, her gün için memleketinde kullanılan yiyeceklerden 1 müdd fidye vermelidir. Onun veya velîlerinden birinin, bundan başka bir şey yapması gerekmez.
Ata şöyle demiştir: Ben İbn Abbas’ın; Oruç tutmaya gücü yetmeyen¬lere, bir fakirin doyumluğu kadar fidye vardır. (Bakara/184) ayetini okuduğunu duydum. İbn Abbas ‘Bu ayet nesh edilmemiştir’ dedi.
Ayette söz konusu edilen kişiler erkek ve yaşlı kadınlardır. Bunlar oruç tutmaya güç yetiremedikleri için kendilerinden, bir fakiri doyurma¬ları istenmektedir.
İyileşme ümidi olmayan hasta da, oruca güç yetiremeyen yaşlı hük¬mündedir. O da tutamadığı orucun her günü için, memleketinde kul¬lanılan yiyeceklerden, fakirlere 1 müdd fidye vermelidir.
3. Hâmile ve emzikli kadın.
Hâmile veya emzikli kadın, kendisinin veya çocuğunun zarar gör¬mesinden korkarsa oruç tutmayabilir. Eğer kendisinin zarar görmesinden korkarak oruç tutmazsa, ikinci senenin Ramazan ay’ı gelmeden orucunu kaza etmelidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, namazın bir kısmını (veya yarısını) ve orucu misafirden, emzikli ve hâmile kadından kaldırmıştır.
Yani namazı kısaltmasına ve kaza etmek şartıyla orucunu bozmasına ruhsat vermiştir.
Kadın, çocuğunun zarar görmesinden korkarak orucunu bozarsa; meselâ hâmile kadın çocuğunu düşürmekten, emzikli kadın da sütünün azalıp çocuğunun zarar görmesinden korkarsa, orucunu bozması vacip olur. Daha sonra kaza edip o memlekette genellikle kullanılan yiyecekten, her gün için bir fakiri doyuracak kadar fidye vermelidir. Yine aynı şekilde helak ile karşı karşıya gelen kimse de orucunu bozabilir ve daha sonra kaza ederek her gün için fidye verir.
İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir; “Ona takat getirenler için bir miskin doyumu fidye vardır” (Bakara/184) ayeti, yaşlı erkek ve kadına ruhsat idi. Bu yaşlılar oruca takat getirirlerse de, oruçlarını yiyip her gü¬nün yerine bir fakir doyurmalarına ruhsat verildi. Çocukları için korktuk¬ları takdirde hâmile ve emzikli kadınlara da ruhsattır. diye buyurmaktadır.
Mevlam takat getirenlerden eylesin. Fazlasıyla amel yapan, dua eden, bol bol sadaka veren, miskinlere yediren ve yetimlere sahip çıkmayı cümlemize nasip etsin.Ve Oruçlarımızı katında kabul buyursun.AMİN
AYETİ KERİMELER:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!
Bizi yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imizin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adıyla başlıyoruz:
1. Hamd, âlemlerin Rabb’i Allah’a aittir. Her türlü övgüye, teşekküre lâyık olan sadece O’dur. Gerçek anlamda övülmek O’nun hakkıdır ve yalnızca O’na yaraşır. Çünkü kâinatı yoktan var eden, tüm canlıları besleyen, terbiye eden, yöneten ve yönlendiren gerçek efendiniz, sahibiniz, yöneticiniz O’dur. Her varlığı kendi yaratılışındaki hikmete uygun niteliklerle donatan, onları daima iyiye ve güzele doğru yönlendirerek her şeye hedefini ve yolunu gösteren; kulağa duymayı, göze görmeyi, güneşe ışık vermeyi, kelebeğe uçmayı, çiçeğe açmayı, ağaca meyve vermeyi öğreten O’dur. O hâlde, bütün iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı olan Rabb’inizi tüm kalbinizle överek yüceltmeli, en derin saygı ve şükran duygularıyla O’nun hükümlerine boyun eğmeli ve yalnızca O’na kul olmalısınız.
HADİSİ ŞERİFLER:
*“Sohbet meclisleri emanettir.(orada geçenleri dışarıya nekletmek caiz değildir).Ancak şu üç meclis müstasnadır.(bu üç mecliste konuşulanlar müstesnadır.Buradakilerin gizli kalma şartı yoktur.)Bunlar; Kan dökmek. Zina ve Haksız yere mal almak gibi kötü şeylerin konuşulduğu meclislerdir.(bu tür meclislerdeki konuşmaları,kötülüğe mani olmak için dışarıya nakletmek lazımdır)buyurmaktadır.95.
* Ammar r.a dan, efendimiz a.s: ”Kimin dünyada iki yüzü varsa(yani iki yüzlülük yaparsa)Kıyamet gününde ateşten iki dili olacaktır” diye buyurmuştur.
PEYGAMBER EFENDİMİZ SAV’DEN DUALAR:
“Allah’ım! Kalbimi, kabrimi, önümü, arkamı, sağımı, solumu, yukarımı, aşağımı kulağımı, gözümü, saçımı, cildimi, etimi kanımı ve kemiklerimi nurlandır. Allah’ım, Bana nur ver. Beni nurlandır.”
“Allah’ım! Göz açıp kapatıncaya kadar da olsa beni bana bırakma. Bana verdiğin güzel nimetleri benden geri alma.”
HZ ALİ RA:
Hamd Allah’a ki görülmeksizin bilinmiştir; düşünmek-sizin yaratıcıdır. Öylesine bir yaratıcıdır ki her an yaratmaktadır, tedbîr ve tasarruf etmektedir; her an vardır, kaaimdir, dâimdir. Burçları bulunan gökler yaratılmamıştı; büyük kapıları örten perdeler gerilmemişti; kapkaranlık gece kararmamıştı; durgun denizse serilmemişti; geniş yolları olan dağlar dikilmemişti; küçük ve eğri büğrü, şahrem şahrem yollar açılmamıştı; döşenmiş yer yüzü yoktu; güvenç, dayanç sâhibi yaratılmış yoktu; gene de O kaimdi, dâimdi. İşte budur, böyledir eşsiz-örneksiz olarak halkı yaratan ve onlardan sonra da baki olan; yarattıklarının mabudu olan ve rızıklarını veren. Güneş ve Ay O’nun rızasını dileyerek yürür giderler, her yeniyi yıpratırlar, köhne kılarlar; her uzağı yaklaştırırlar, yakın ederler.
Yaratan, yarattıklarının rızıklarını pay etmiştir; eserlerini amellerini soluklarının sayısını, hâince bakışlarını, kendilerinden bile gizledikleri gönüllerinden geçen şeyleri, analarının rahimlerinde konaklayacaklarını, babalarının bellerinden zuhur edeceklerini, zamanların sonuna, çağların nihayetine dek saymıştır, bilmiştir. Öylesine bir mâbuddur ki rahmetinin genişliği içinde düşmanlarına olan kahrı, azâbı daralmıştır, çetinleşmiştir; kahrının, azâbının darlığı, çetinliği içinde dostlarının rahmeti genişlemiştir.
Kendisine karşı üstünlük güdeni kahredicidir; O’nunla savaşa girişeni helâk edicidir; O’nunla düşmanlık edeni, O’ndan uzaklaşanı hor hakir bir hâle kor. O’nunla düşmanlığa girişene üstün olur. Kim O’na dayanırsa O, yeter ona; kim O’ndan dilerse O verir ona; kim O’nun yolunda borç verirse O, öder onu, kim O’na şükrederse O karşılığını verir onun.
Allah’ın kulları, yaptıklarınız tartılmadan siz tartın kendinizi; hesâbınız görülmeden siz görün hesâbınızı. Boğazınız sıkılmadan önce soluk alın; zorla sürülüp götürülmeden önce râm olun ve bilin ki kim kendisine yardım etmez, öğüt vermezse, kim kendisini korkutmazsa, korkmazsa, başka bir korkutucu ona fayda vermez; başka bir öğütçünün öğüdü ona tesir etmez.90
ÜSTAD BEDİUZZAMAN HZ:
Sekizinci Nükte (1): Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: .
*** İnsana en mühim bir ilâç nev’inden maddî ve manevî bir perhizdir ve tıbben bir hımyedir ki: İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfe mayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir. Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner. Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Bîçare zaîf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. Hayat-ı maneviyeyi bozmamağa çalışır.
*** Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmidört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.
NECİP FAZIL KISAKÜREK:
Ruh, dal budak salmış bir ağaç gibi göz önünde bulunan hakikatlerde değil, en derin ve en gizli yerdedir Ruh, insanın tohumudur.
NERDE O ESKİ RAMAZANLAR?