Kerpiç tahta evde açtım gözlerimi ve tüm uzuvlarına dokunarak hissettiğim annemi anımsıyorum.
Sol memenin altında oluşan muhteşem bir acı duyuyorum.
Bir meleğin kanadıyla yükseldiğim gökyüzünden bulutlardan parçalar kopararak iniyorum yeryüzüne.
Şiddetle çarpan rüzgârın, yüzümde kurduğu hâkimiyetle bir rüyaya dalıyorum sonra.
Rüyanın içinde bir rüya daha, Tanrının rüyası.
O Tanrının eteğinden kopardıklarımla giyiyorum gelinliğimi.
Koynunda gecenin var eden Anadolu’yum ben, Mezopotamya’dan geliyorum.
Kayıp bedevînin heybesindeki namusumdur benim, anlıma dolaklarla tutuşturduğum.
Kömür karası gözlerimden akan her yaş ile yıkıyorum Dicle’yi, gözyaşlarım Fırat’a mesken.
Tanrı’nın sevişerek var ettiği Anadolu kadınıyım ben, yürüyorum öylece kızıl güneşin doğduğu yere.
BELA ARAMAK (2)