Fatma Güney - Batman Pusula Gazetesi
bonus veren siteler casinositeleri.co https://www.battle-brothers.net
güvenilir casino siteleri istanbul evden eve nakliyat deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler popüler casino siteleri sex shop ofis taşıma parça eşya taşıma evden eve nakliyat nakliyat casino siteleri 2024 en iyi casino siteleri erotik shop uluslararası nakliyat
Öğle Vakti a 12:17
Batman AÇIK 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Fatma Güney

Fatma Güney

02 Nisan 2024 Salı

BİR VAR OLAN BİR YOK OLMUŞ

bi̇r var olan bi̇r yok olmuş
2

BEĞENDİM

ABONE OL

“Masal kötüyse kahraman ne yapsın?” sözünü bir duvar yazsında okumuştum.

Her masal mutlu sonla bitecek değil ya!

Bazen kötü masalların iyi kahramanları da kaybeder. Oysa bütün masallarda bir varmış bir yok olmuş insanoğlu.

İnsanoğlunun; aşkı, ihaneti, nefreti masal kitaplarına konu olmuş. Okunması güzel ama inanması zormuş.

Bütün zorluklardan geçen kahramanımızın tek dileğiydi, çocukluğunda kalan masalın iyi bitmesi. Ama adı üstünde sadece masallar mutlu sonla bitermiş. Bu düşüncelerden sıyrılıp yola koyuldu.

Adımlarını sert atıyordu çünkü zaman geçiyordu ve gün batmadan yetişmeliydi gideceği yere. Yürürken bir korku sardı içini. Ya yetişemezse ne yapacaktı? Ama Korkunun ecele faydası yoktu.

Geçen zamanın ardından gideceği yere varmıştı masal perisi, yaralı bir halde yerde yatıyordu.

Yanına uzandı, gözlerini kapattı ve Stephen Kıng’in “Peri Masalı” kitabındaki hikâyeyi düşünmeye başladı.

Orada yazılan güzel bir cümle aklına geldi: ”Herkesin içinde bir kuyu var ve o kuyu asla kurumuyor. Sorumluluğu kabullenerek oradan su içiyorsun ve su aslında zehir.”

Uzandığı yerden kalkıp kucaklıyor en sevdiği kadını, koşar adımlarla giderken bir anda kolları boş kalıyor, kafası karışıyor. Çığlık atmaya başlıyor, derken uykudan uyanıyor.

“Nasıl bir acıdır bu?” deyip annesinin fotoğrafını alıp ağlamaya başlıyor ve masal burada başlıyor.

Yetimhanenin merdivenleri çocuk sesiyle dolmuştu. Orada herkes ya arkadaş ya kardeşti ve birbirini çok seviyordu. Yuvayı da yuva yapan sevgi değil miydi?

Aile kelimesi onlara ne kadar yabancı gelse de bir gün büyüyüp aile sahibi olacaklardı. Zamanı geldiğinde aralarındaki bağ güzel bir aşka dönüşecekti. Yetimhanedeki bütün zorbalıklara rağmen aile sevgisini tatmak için evlenip çocuk sahibi olacaklardı.

Ama geçmişlerinden bir türlü kurtulamıyorlardı. Kendi içlerinde bir iç savaş açmışlardı. Ruhları adeta şeytanın karanlığında esir kalmıştı. Bir gün bu karanlık onların sonu olacaktı, biliyorlardı.

Çocukken sığınma evlerinde yaşadıkları travma, akıl sağlıklarını etkilemiş ve korku onların en büyük düşmanı olmuştu. Annesiz çocuklar ruhen ve bedenen diğer çocuklara göre hep eksik kalmışlardı. Bu bile aile kurmalarına engel olamamıştı. Zaman geçtikçe çocuklarının büyümesiyle gerçekler ortaya çıkacaktı.

Bir akşamüstü kapının çalınmasıyla kadın ürkmüştü. Önce tereddüt etti kapıya açmaya. Sonra o günün geldiğini anlamış gibi bütün korkularıyla yüzleşip kapıyı açıverdi failine. Çıkan ses kanları donduracak kadar yüksekti, kadın yere yığıldı. Kanlar içinde kalan bedeninin tek tanığı çocuğuydu.

Küçük yaşta tecavüze uğramış bir çocuğun, bir annenin, bir öksüzün hikâyesiydi. Bir sahipsizin, kimsesizin hikâyesiydi.

Geride kalan bir yetim!

Çocuk polislere seslendi! “Onu öldüren bir canavardı.” deyip ağlamaya başladı.

Masal bu ya!

Onu öldüren insan olacak değil!

Çocuğun haykırışına kulaklar sağır, diller lal ve gözler kör olmuştu. Çocuk sustu. Bütün masalların aksine mutluluk bu masala hiç uğramamıştı.

Oysa Turgut Uyar ne kadar hisli anlatmış, bu masala yakışacak en güzel sözü: “Çok şey vardı anlatacak o yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen, duydun mu sustukları mı?”

Peki ya siz duydunuz mu duyulmayanları?

Devamını Oku

AŞK HEP TEK KİŞİLİKTİR

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Ben de bilirdim çekip gitmeyi. Ben de bilirdim yoktan var etmeyi, varlıktan yok eden bir sevgiyi tekrar diriltmeyi. Bilirdim bana ihanet eden adamı tek kalemde bitirmeyi ama sevgim gururumun önüne geçti. Sevgimin ağırlığı adamın ihanetinden ağır bastı oysa ihanetin affı olmazdı. Zaman geçtikçe anlayacaktım.

Zaman aldatılan için en büyük ilaç olurken aldatan için de bir ızdıraptı. Hayat adil davranmamıştı. Zamanın verdiği sabır kadını olgunlaştırıp doğru karar almasını sağlayacaktı. Yaralarını sardıkça olmazlarından vazgeçip yeni bir hayata adım atacaktı. Güzel günlere adım attıkça hayatı değişecek ve kendini daha güçlü, daha inançlı görecekti.

Nihayetinde kadın için devran dönmüştü. Unutulmayacak hiçbir insan yoktu. Adam evlenmiş mutlu bir evliliğin enkazı altında kalmıştı. Ne kadar  geçmişi unuttuğunu düşünmüşse de evliliği enkazın tam kendisiydi. Geceleri kalp ağrısıyla uyanıp sevdiği kadının hayaliyle darmaduman oluvermişti. Geç kalmıştı sevdiği kadını aramak için. Zaman ona iyi gelmemişti. Kalp ağrısı evliliğinin çöküşünün başlangıcıydı. Hiçbir ihanet sonsuz mutluluğu getirmez bunu anlamıştı. Sevgi yetersiz kalmıştı. Bunun en güzel örneğini Nazım ve Piraye aşkında görüyoruz.

Nazım’ın Piraye’ye olan aşkı şiirlere konu olmuş,  üzerine mektuplar yazılmıştı ama gel gör ki ihanet kavramı onlara da uğramıştı. Nazım ne kadar da Piraye’yi sevmiş olsa da geniş gönlü herkese açıktı. Yeni sevdalara yelken açan Nazım’ın zamanı geldiğinde Piraye’den destek isteyecek kadar da yüzsüzdü aşkı.  Piraye için aşk bu kadar basit değildi, aşkı için yanıp tutuşan, gururundan ödün vermeyen Piraye’nin sabrı  en büyük imtihanı olmuştu. Beklemek artık onun için hiçbir şey ifade etmese de içindeki aşk, onun yanan ateşi ve yıkılan gururu olmuştu. Hiçbir sevgi artık Piraye’yi  ayakta tutamayacaktı.

” Senin adını kol saatimin kayışına yazdım Piraye.” diyen Nazım’ın saatinde Vera yazıyordu. O gün aşk ölmüştü Piraye için. Oysa oturmamış bir kişiliğe sevgi ikram edilmezdi  o yürükte eksik kalacağını artık biliyordu.Piraye için aşk Nazım’ın Vera’ya yazdığı son şiirdi.

Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

Geldim

Kaldım

Güldüm

Öldüm

 

Devamını Oku

MASUMİYETİN İKİ YÜZÜ

masumi̇yeti̇n i̇ki̇ yüzü
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Yolların bu kadar sessiz olması onu ürkütse de hiçbir korku onu insanoğlu kadar ürkütmemişti.

Sadece bir çocuktu ve masumdu. Bütün kötülüklere rağmen masumiyetini kaybetmeyecekti.

Düşüncelere daldı ve kafasında çözümsüz binlerce soru: Bir baba neden kızına bunu yapar ki?

Sabahın soğukluğu iliklerine kadar işlemişti ama okula gitmesi de gerekiyordu.

Biraz daha uyursa geçecek miydi acaba bu kabus?  Yataktan kalkıp önce bir iç çekti ve yavaş adımlarla banyoya doğru ilerledi. Kapıyı açıp aynaya baktı.

Sonra kendine bir söz verdi: Artık kimse onu incitemeyecekti.

Okula geç kalmıştı. Hızlı bir şekilde hazırlanıp çıktı. Cebinde parası yoktu ve bugün de aç kalacaktı.

Akşam eve gelince bir şekilde babasından harçlığını alması gerekiyordu.

Okula gitmek istiyordu. Çünkü okulda güven duyduğu insan, rehber  öğretmeni, Esra Öğretmeni vardı.

Onun hayatına çok şey katmıştı Esra Öğretmeni. Onun dersini dinleyince bütün sıkıntılarından sıyrılıp başka bir dünyaya  ait olduğunu hissediyordu.

Bugünkü ders çocuk istismarı üzerineydi.

Belki  de bu dersten sonra zavallı kızcağız, onun da bir kurtuluş yolunun olduğunun  farkına varacaktı.

Esra Öğretmen öncelikle bu konunun çok hassas olduğunu ve çocuğun bir yetişkin tarafından cinsel uyarı ve doyum için kullanılması, fuhuşa zorlanması, pornografi gibi suçlarda cinsel obje olarak kullanılması cinsel istismardır, dedi.

Çocuklar çoğu zaman cinsel istismara uğradıklarını hiç kimseye söylemezler.

Çünkü  terk edileceğini, günahından dolayı cezalandıralacağını  düşünür , utanç ve suçluluk duygusuyla bu çirkin davranışları paylaşmazlar.

Bu durumun sadece karşı tarafa zarar vereceğini ve paylaşılmaması halinde aynı istismarın başka çocuklarına da yapabileceği anlamına geliyordu.

Çocukların istismara uğradıklarında en yakınlarına söylemesi gerektiğini, şayet yakınları tarafından istismara uğruyorlarsa öğretmenleriyle mutlaka paylaşmaları gerektiğini dile getirdi.

Öğretmeninin gözlerine uzun uzun baktı.

Acaba öğretmenime babamın yaptıklarını anlatsam beni anlar mı? diye bir an düşündü.

Nasıl anlatabilirdi ki babası tarafından istismara uğradığını? Kim inanırdı ki ona? Ne de olsa bir çocuktu. Halbuki Esra Öğretmeni ona her şeyi anlatılabileceğini söylemişti.

Dersin bitmesiyle eve doğru yol aldı ve kapıyı çaldı.

Suratı asık bir şekilde kapıyı babası açmıştı.

Babasından para istedi.

Babası parayı verdiğinde sarılıp öptü.

Kız hızla uzaklaştı babasından, odasına kapandı.

Yıllardır süren istismara artık bir dur demesi  gerekiyordu. Okula gittiğinde ilk işi Esra Öğretmenine her şeyi anlatmak olacaktı. Sabaha kadar uyumadı.

Sabahın ilk ışıklarıyla hazırlanıp okula gitti. Her yerde Esra Öğretmenini aradı. Öğretmeler odasında oturduğunu görünce hocam, diye seslendi.

Esra Öğretmen, öğrencisinin bu şekilde seslenmesine bir anlam verememişti ama bir terslik olduğunu da hissetmişti. Öğrencisine doğru ilerledi ve ne olduğunu sordu?

Esra Öğretmenine, özel konuşmak istediğini ve anlatacaklarını kimsenin duymaması gerektiğini söyledi.

Hocası epey meraklanmıştı. Anlatmaya başladı kızcağız. Babası tarafından istismara uğradığını ve bunun yıllarca sürdüğünü söyledi.

Korkudan kimseye anlatamadığını, anlatırsa babasının annesine zarar vereceğini, ona kimsenin inanmayacağını dile getirdi.

Esra Öğretmen buz kesilmişti, duyduklarına inanamıyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

Bütün okul yönetimi toplandı  ve savcılığa başvuru yapıldı.

Çocuğun koruma altına alınması kararı verilip  baba da gözaltına alınmıştı.

Belli prosedürlerden sonra baba, kızının yaşananları yanlış anlamlandırdığını ve kızının psikolojik olarak iyi olmadığını söyleyerek serbest bırakılmıştı.

Esra Öğretmen sinir krizi geçirdi. Çocukla konuşmak istediğini, bu kararın doğru olmadığını ve bu işin peşini bırakmayacağını söyledi.

Çocuk susturulmuştu. “Adalet”  yine yerini bulamayıp sadece bir isim olarak kalmıştı.

Devamını Oku

BİR YUDUM ESPRESSO

1

BEĞENDİM

ABONE OL

       Aşkı yaşamadım ama anlatabilirim. Bir eserin gözünden, uçmayı unutmuş bir kelebeğin hüznünden ya da aldatılmış bir adamın yüreğinden. Anlatabilirim aşkı,  sevgiden nasibini alan sevgisiz bir kalpten ama anlatamam mutluluğunu buluttan alan yağmurun çiselenen sesinden. Mevsimlerden bahar, hava güzel, lavanta kokusu bütün mekâna yayılmış. Bir mekânda lavanta kokusu varsa bilin ki orada huzur vardır. Bilin ki mutluluğun gerçek adresidir. Bugün mevsimlerden lavanta… Barda inanılmaz güzel bir kahve kokusu… Bara  yanaşıyorum, Americano kahveyi alıp yudumluyorum. Herkesin bildiği gibi Americano kahve bir ve ya iki shot espressonun üzerine kaynar su eklenmesiyle hazırlanıyor ve espresso ile filtre kahve arası bir tat sunuyor. Espressodan daha yumuşak ama filtre kahveden daha sert bir aroma elde ediliyor. Amerikan askerleri, II. Dünya Savaşı sırasında İtalya’da espresso kahveyle tanışmışlar. Sert, yoğun ve miktarca az gelen bu kahvenin üzerine kaynar su ekleterek tüketmişler. Adını da buradan alıyor. Kahvenin yanına yakışacak bir tat “karpatka kek”. Polonya’nın meşhur pastası, ondan da bir dilim alıp cafenin terasına doğru yürüyorum. Hava güzel bir sandalye çekip oturuyorum. Terasta oturan bir kadın dikkatimi çekiyor. Kahvesini yudumlarken aynı zamanda da müziğe eşlik ediyor. Alan Walker On My Way söylüyor.

Sözler inanılmaz güzel,

I’m sorrybut

-Üzgünüm ama

Don’t wanna talk,Ineed a need a moment before I go

-Konuşmak istemiyorum, gitmeden

önce biraz zamana ihtiyacım var.

It’s nothing personal

-Kişisel bir şey değil

I draw the blinds

-Güneşlikler çekmek

They don’t need to see me cry

-Beni ağlarken görmelerine gerek yok

Cause even if they understand

-Çünkü onlar anlasalar bile

They don’t understand

Anlamıyorlar

Sözler akıp giderken kadının gözlerindeki hüzün bir pişmanlığın başlangıcı gibiydi. Böyle bir pişmanlığa kahvenin yanına ağlayan kek yakışırdı. İç sesimi duymuş gibi çalışanı çağırıp ona iyi gelecek bir tatlı istedi. Seçimi de çalışana bırakması beni etkiledi. Gözlerimi ondan alamıyordum. Gelen kek  “marguise” çok yerinde bir seçimdi. Kahve ve çikolatalı kekin bileşimi mutluluk hormonunu salgılıyor olsa gerek. Gözlerindeki hüzün mutluluğa doğru ilerlerken yediği kekten zevk alıyordu.

Birini mutlu etmek istiyorsanız kalbine dokunun. Kalpten mutluluğa doğru giden yol da güzel bir kahve ve tatlıdan geçer.

Devamını Oku

BİR ŞİZOFRENİN AŞKI

1

BEĞENDİM

ABONE OL

Yolların bu kadar sessiz olması onu ürkütmüştü. Beklemek ne kadar onu sabırsızlaştırdıysa da başka çaresi olmadığını biliyordu.

Çömeldiği yerden kalktı ve başını göğe kaldırdı. Gök gürültüsüyle beraber yağan yağmur ona ayrı bir duygu katmıştı.

Sırılsıklam olmak onu daha da duygusallaştırdıysa da beklemek onu umutlandırdı. Umut onun için bir vazgeçilmezken umutsuzluğun bir anlamı yoktu.

Yağmurun bu kadar yağmasına anlam veremiyordu.

Yoksa Tanrı onun için mi gözyaşı döküyordu?

Bütün bu haykırışlar ve bu hüzünlü müzik onun içindi. Anlamıştı artık bütün ilahi güçler onun yanındaydı. Sevdiği gelecekti eğer ölmeseydi.

Önemli olan beden değildi ki!

Kaç insan bedene aşık olur ki? Onu aşık ettiren sonsuz sevgilinin sonsuz ruhuydu. İnançlıydı, kavuşacaktı sevdiğine.

Yorgunluk sarıverdi bedenini, yere yığıldı. Bir an tükendiğini hissetti. Ayağa tekrar kalkabilmesi için yeni bir güce ihtiyacı vardı. Kafası karışık, bedeni yorgun ve susuz gözleri hafifçe kapandı. Artık başka bir alemdeydi.

Seslendi sevdiğine: Bak ben geldim, yüzüne hasret ben geldim.

Sen gittiğinde mevsimler değişti. Kış bahara, yaz kışa döndü. Güneş küsüverdi dünyaya. Gece aya dargın sen yokken. Hayat çekilmez oldu, bütün yollar sana çıkarken bütün kapılar bana kapandı.

Ben geldim sevgili, ben geldim.

Bir hoş geldin demek yok mu?

Bunca yola rağmen sana geldim.

Yatacak bir minder, yiyecek bir lokma ekmek ve bir tas su yeter bana. Yeter ki sen ol yanımda. Çaresiz değilim ama çaresizliği de bilirim.

Eğer sevdiğin gitmişse ve bir daha dönmeyecekse işte o zaman çaresizsindir!

İşte o zaman yolun bittiği yerdesin! Bütün vaatler anlamsız kalırken hayaller onu ayakta tutacak olan asıl nedendir.

Bir şizofrene aşkı anlatmak nasıldır ki! Bir şizofrenin aşkı yaşaması peki!

Duygunun bir yerden diğer yere geçişi ve bir anda kendini unutması. Kafası karışık duygular perişan bir an Cezmi Ersöz’ün dillinden dökülüveriyor.

Şimdi bu acıya bir son vermesi, kendisini terk etmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık.

“Ayazda iki yürek” gibiyiz. Sen, benim şizofren aşkımsın; bense senin sızlayan vicdanın.

Affet beni sevgilim.

Verdiğim sözleri tutamadım, deyip sonsuzluğa gözlerini kapadı.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.