Acaba doğa biriktirdiği gerginliğini atıyor olmasın!

30 Ekim 2020 İzmir depreminde İzmir’in en çok zarar gören Bayraklı semtindeydim. Bulunduğum bina bir devlet binasıydı. Çocuklumda en güvenli binaların devlet binaları olduğu söylenirdi ama; o gün öyle olmadı.

“Evet, küfürlü konuşurdu. Yemek yapmazdı. Ayrıca çocuğunu da haber vermeden aldırmış!” Hakim tekrar sordu: “Hiç tartışmalı bir ana şahit oldunuz mu?” Ayla teyze ayaktaydı. Sendeledi. Başı mı dönüyordu? Şaşırdı, gayri ihtiyari sağa sola baktı. Düşmemek için arkasına döndü. Beni görünce eğildi, dizlerime tutundu. Kocaman gözbebekleri korkuyla sabitlendi, esmer teni beyaza kesmişti. Elimi tuttu. Sallanıyorduk.

Duvarın her zerresinin birbirine sürtündüğünü, her parçanın çatırdadığını, kum tanelerinin gıcırdadığını duydum. “Evet! Sanırım bina yeterince sağlam değil!” dediğimi kimse duymadı. “Çocuklarım, çocuklarım evde!” dedi Selin. Bulunduğum bina yıkılıyordu. Peki nerede durmalıydım? Hayat üçgeni açmak gerekecekti ama nasıl? Dar bir odadan ibaret olan mahkeme salonunda depreme yakalanmak eşitliksiz bir ülkede adalete sığınmak kadar anlamsızdı. Durduğum yer doğru yer miydi? Soğukkanlı ve sakin olmalıydım. Sevdiklerimin ve çevremdeki insanların bana ihtiyacı olabilirdi. İçine hapsolduğum bina pek de güvenli görünmüyordu. 

Sesler arttı. En az yirmi beş, otuz saniye sürdüğünü söyleyebilirim. Hiç bitmeyecekmiş hissi veren ve üç kez ivmelenen sarsıntının son saniyelerinde sağ kolumun üzerindeki duvarın büyük bir gürültüyle çatırdadığını gördüm. Başka bir şey yapmalıydım. Çatlaklardan sızan sıva parçaları tozlaşmayı artırdığından odadaki dördü kadın sekiz kişi iyiden iyiye hareketlendi. “Sakin olun!” cümlesini tekraren söylediğimi hatırlıyorum. Sarsıntı diner dinmez uygun bir hızla içeridekileri tahliye etme çabasında bulacaktım kendimi. Öncelik, kimse yıkıntı altında kalmadan sağ salim binayı terk etmekti. İlk okul Öğretmenim Şule Nacar öyle demişti. Masa altlarında, kapı krişlerinde durmamak gerekiyordu. Hayat üçgeni bulunmalı, yan yatılıp cenin pozisyonu alınmalı, sükunetle sarsıntının geçmesi beklenmeliydi. Ardından da çok hızlı bina tahliye edilmeliydi. 

Siyah cübbesiyle toza bulanmış Hakim, elindeki kalemi bir kenara fırlattı. Bir kaç kez “Deprem oluyor!” diyebildi. Herkes bulunduğu yerde beş altı saniye bekledi. Bitmiyordu. Şiddeti artar bir şekilde sarsıntı devam ederken odayı taradım. Bulunduğum yerdeki sandalyeyi iterek yanına çömeldim. Her şey, çevremdeki masa ve sandalyeler, duvardaki çerçeve dahi hareketlendi. Katibenin bilgisayar ekranı yüz üstü kapaklandı. Siyah cübbe toza bulanmıştı. Tamamen grileşen hakim gözbebekleri kocaman olmuş o masadan diğer masaya gibip geliyor, dar alanda yer beğenemiyor, başı eğik atlaya zıplaya odada dolanıyordu.

Sanırım Şule Öğretmenim deprem tatbikatlarında beni bina sorumlusu yapmış olmalı ki amigdala direk komutu aldı. Kaçmak yerine insanları tahliye ederken buldum kendimi. Şule Öğretmenim bana bunu niçin yaptınız? İnsan büyümez mi ya? Çocukken yüklendiğin görevler peşini hiç bırakmaz mı? Benimki o hesap.

Çevrede bulunan, ne üzücüdür ki kadınlar, bağırıp ağlamaya başladılar. ‘Çocuklarım, çocuklarım!’ diye haykıran Selin, neredeyse kucağıma sığınan Ayla teyze ve tanımadığım onlarca insanın yükselen çığlıklarını “Lütfen sakin olun!” diyerek bastırma çabam kısmen karşılık buldu. Sarsıntı şiddetini artırarak devam etmiş olsa da hiçbirimiz tam anlamıyla sağ duyumuzu kaybetmedik. O an ağlanacak, yardım istenecek, kriz geçirecek bir an hiç değildi ancak kadınların bir kısmının tam tersine hareket etmesi hayret vericiydi. Çığlıklarından medet umuyor olmalıydılar. 

Üçüncü dakikada çocuklarımın, eşimin, idareciliğini yaptığım tıp merkezi çalışanlarının sağlıklı ve güvende olduğunu öğrenmiştim. Sükünetle, dikkatli ve olabilecek en kısa sürede çocuklarımın yanında buldum kendimi. Bir süre trafiğe takılsam da dönüp evden birkaç parça eşya alıp güvenli başka bir alana sürdüm arabamı. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi olmuştu. Durup genel bir değerlendirme yapmaya vakit bile yoktu. Her şeyi sağ duyu İle yönetmem gerekiyordu öyle de yaptım.

Ancakkk kaç gündür sindirmeye çalışıyorum: olmuyor!

Alkol çok tüketiliyor diye depreme müstehak İzmir, diyenler olmuş öyle mi?

O İzmirli deprem sonrası ilk saniyeden bu saate kadar ne yaptı biliyor musunuz?

O gavur İzmir:

Depremden hemen sonra iki saat içinde sosyal medyada örgütlenerek anında Çeşme, Foça, Aliağa, Çeşmealtı, Urla’daki yazlıklarını gece konaklaması için insanlara açtı!

Kan talebi olur diye bir saat içinde Kan Merkezlerinde kuyruğa girdi,  “Yeter artık, gelmeyin, stoklarda kan yeterli, sağolun!” dedirtti!

Yazlık evlere ulaşım sağlamak için dakikasında okul servisçileri örgütlendi!

Tüm gece boyunca ihtiyaç bölgelerindeki lokantacılar ücretsiz çorba ve yemek dağıttı!

Doktoru, hemşiresi hiç düşünmeden anında yardıma koştu!

Battaniyeler afet bölgesine aktı, sel oldu!

Çocuklarımız yardım erzaklarını araçlardan çadır bölgesine taşıdılar!

Depremde bile sokak hayvanları korundu, kollandı!

Müslümanlık insanlıktan evla imiş öyle mi?

Bu mu gavur İzmir?

Yazık!

Bilin istedim!

Selam,