Bu memleketin ve medreselerinin yetiştirdiği bir çok kişi tarafından saygı ile anılan zatlardan bir tanesi de Şeyh Muhammed el Erepkendi’dir. Şeyh aslen Bagas köyü seyitlerinden olup zaman içinde Bismil’in 20 Km kadar güney doğusuna düşen, Savur Irmağı’na hakim bir tepenin üstünde kurulu Erepkendê köyüne yerleşmiştir. Bu köyün diğer bir özelliği de yerlilerin soyu Cizre mirlerine dayandığı için Mala Miran olarak bilinir.
Şeyh Muhammed 1911 yılında bu köyde doğdu ve 1987’de ölene kadar bu köyde yaşadı. Bu köyün adı Şeyh Muhammed ile, Şeyh Muhammed’in adı da bu köyle anılır oldu. Sülalesi bu şekilde sıralanır: Yusuf (Babası), Seyid Muhammed, Seyid Zenun, Şeyh Muhammed ki o da Bagas’da metfundur.
Dokuz yaşında okumaya başladı. İlkin köyünün Mele Said’ınden Kur’an dersi aldı. Çok çalışkan ve kuvvetli zekası ile dikkatleri üstüne çekti. Yöredeki alimlerden ders alarak yetişti. Şeyh Muhammed Suriye’de mukim Hıznevi Şeyhlerin halifelerinden biriydi. Yılda birkaç sefer Suriye’ye şeyhlerini ziyarete gider gelirdi.
Şeyhin iki hanımı olduğu halde hiç evladı yoktur. Bugün için onun mirasını kardeşinin tek torunu olan Şeyh Muhammed Naci’nin çocukları devam etmektedirler.
1967 yılında 14 / 15 yaşlarında bir çocuktum. Erepkendê köyüne okumak için gittiğimde, o zamanlar hemen hemen her Köyde faki varken, bunların sayısı köy başına on kişiyi geçmezdi. Fakat Erepkendê’ de bu sayı kırk civarıydı. O tarihlerde bu fakılar bulundukları köyün sakinleri tarafından sabah ve akşam yemeklerini tayin dediğimiz şeklinde alırlardı ama Erepkendê köyü 25 kadar haneden oluşuyordu ve dolayısıyla bu kadar fakiyi beslemeleri mümkün değildi.
Şeyh Muhammed sağdan ve soldan zekat veya yardım nispetinde aldığı buğday veya diğer gıda maddelerini, hepsini bu fakilerine yedirirdi. Bir babanın çocuklarını beslemesi gibi. Ben 1967 yılının sonbaharında orda üç ay kaldım. Üç öğün yemeğimiz, şeyhin hanımlarının pişirdiği yemeklerden oluşuyordu. Sabah kahvaltısı mevsimine göre, kışın çorba, ilkbahar yaz ayları yoğurt, sonbaharda karpuz ve sebzelerden oluşuyordu. Akşam yemeği bildiğimiz bulgur, tırşık ve diğer köy yemekleriydi. Her akşam hangi yemeği yiyeceğimizi biliyorduk. Perşembe ve pazartesi akşamları hep bulgur pilavı olurdu. Öbür günlerin yemeği de mevsime göre değişirdi.
Ama en güzeli öğle yemeğiydi ve de iple çektiğimiz cuma günleri. Çünkü Seyda’nın hanımları öğleye varmadan tandıra kalkar ve fakı başına bir tane tandır ekmeği verirlerdi. Öğleyin her feki sıcak bir ekmeği alır ve afiyetle yerdi. O zaman için bir buğday ekmeği, hele hele tandırdan yeni çıkmış ise tadına doyum olmazdı.
Ama Cuma günleri farklıydı çünkü o gün seydanın büyük bir odası vardı ve hepimiz oraya giderdik. Bir çaydanlığı vardı. Şöyle ki sayımız 30-40 arasında değişiyordu. Hepimiz ikişer çay içerdik. Bazen 15 veya 20 kişi üçüncü çayı da içebilirdik, tabi iki koçerin getirdiği o lorık peynirinin tadı başkaydı. Belki bugün için garip gelebilir ama inanın ki o zamanların zengini sofrasında ancak bu öğle saatlerinde bu sıcak ekmek lor peyniri bulabilirdi. Bir de sıcak çayın eşliğinde. İnanınki çok güzel bir şeydi. Ben bunları yazarken o günleri hatırlarım ve hatırlarken ağzım sulanıyor.
TARIM GELECEĞİN EN ÖNEMLİ UNSURUDUR
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.