Derler ya: "Bilen bilir, yaşayan anlar."

Köyde doğup büyüyen bir insan, toprağın dilinden, doğanın ritminden, emeğin değerinden anlar.

Ben de 1960’lı yıllarda, Batman’ın eteklerinde bulunan Tılmerç köyünde geçen çocukluk günlerimi hatırladıkça, o zamanların yokluk içindeki huzurunu bugünle kıyaslamadan edemiyorum.

O yıllarda Batman’a gelmek, bizim için uzun bir yolculuktu.

Bugünkü TELEKOM binası, şehrin sınırında kalıyordu. Atatürk Parkı’ndan Çamlıtepe’ye, oradan havaalanına ve Kıradağ’a kadar uzanan araziler, köyümüzün mezrasıydı. Bu topraklar, her ne kadar düz sayılmasa da yaşamak, üretmek ve çocuk olmak için yeterince zengindi.

Bir Zamanlar Doğayla İç İçe Yaşardık.

Günlerimiz koyun gütmek, kuzu beslemek, ekin ekmek, biçmek ve bostan beklemekle geçerdi. Ara sıra avladığımız tavşanlar ya da kuşlar, çocukluk oyunlarımızın bir parçası olurdu.

Susadığımızda derelerdeki pınarlardan kana kana su içerdik. Doğa bize böğürtlen, incir gibi yaban meyvelerini cömertçe sunardı.

Hem çalışır, hem eğlenirdik. Kimi zaman tok, kimi zaman yarı aç yaşasak da, doğayla kurduğumuz bağ güçlüydü. Yaşadıklarımız yoksulluk değil, doğallığın içinde geçen sade bir hayattı.

Bugün bazen geçmişi hatırlamak için Tılmerç’ten Kıradağ’a doğru yürürüm.

Etrafa bakar, çocukluğumdan izler ararım. Ama artık o eski incir ağaçları yok. Pınarlar kurumuş, dereler susmuş. Böğürtlen çalıları çoktan kaybolmuş.

En çok da o incir ağaçlarının yok oluşuna üzülüyorum.

Vaktiyle dallarından doya doya incir yediğimiz, torba niyetine gömleklerimizi çıkarıp topladığımız o ağaçlar…

Bugün yoklar. Köklerinden sökülüp, yakılmışlar. Sadece ağaç değil, anılar da kül olup gitmiş.

Betonlaşan Hatıralar ve Kontrolsüz Büyüme

Son yıllarda özellikle depremler sonrası bu verimli topraklar plansız, projesiz yapılaşmanın hedefi olmuş.

Bahçeler, villalar, kaçak yapılar… Beton her yeri sardı. Ne bir plan var, ne bir koruma.

Herkesin elinde bir harita, yatırım bahanesiyle doğa tüketiliyor.

Elbette şehirleşmek, modernleşmek bizim de hakkımız.

Ama bu başsızlıkla, denetimsizlikle olmaz.

Avrupa’ya, Amerika’ya gidenler bilir; oralarda kalkınma planlıdır.

Her bölge eş zamanlı gelişir. İç göç yok denecek kadar azdır. Çünkü insanlar yaşadıkları yerde kalıp üretmeye devam ederler.

Bizde ise bir şehir gelişirken on şehir geriye gidiyor.

Türkiye genelinde yapılan istatistiklerde çoğu ilin nüfusu azalıyor ya da yerinde sayıyor. Sadece birkaç şehir büyüyor. Bu, dengesizliğin en net göstergesi.

Bu çağda, şehir varoşlarında doğan bir çocuğa köy hayatını anlatmak kolay değil. Ama şurası kesin: Bu plansız yapılaşma, bu çarpık kentleşme, gelecekte onların da başını ağrıtacak.

Bizler incir ağaçlarının gölgesinde büyüdük.

O gölgeler artık yok. Ama bu hikâyeler, bu hatıralar hâlâ yaşıyor.

Belki bir gün birileri duyar, belki birileri elini taşın altına koyar da bu şehrin belleği, doğası ve ruhu tamamen kaybolmaz.

Ama bu da kesin bu plansız yapılanma, ilerde onların başına çok sorun yaratır.