Herkesin ayrı bir keyif dünyası, zevk alanı var. Yaşam alanlarımızın donanımlarının hoşumuza giden, beklentilerimizi karşılayan ve kendimize uygun olan nesnelerden, canlılardan oluşması temel beklentimizdir.
Yoğun hayat koşulları, yoğun sosyal ilişkiler, iş temposu, ihtiyaçların karşılanması ve varlığımızı sürdürme konusunda gün ışığı ana zaman dilimimizdir. Karanlığın çökmesi ile birlikte yorgunluklar ve dinlenmeye duyulan ihtiyaçlar beslenme ile birlikte kendini ağırlığıyla insanın omuzlarına yükler.
Çalışmak, yaşamı tüm yoğunluğuyla sürdürmek ve buna bağlı olarak dinlenme hakkını kullanmaya yönelmek değişmeyen genel eylem tarzlarımızdır. Bunun olmaması anormal bir durumdur ve insan beslenme, dinlenme, sosyal faaliyetlerle uğraşmanın zorunluluğunu hisseder.
Uyumak, müzik dinlemek, aile bireyleri ile ortak programlar yapmak, yürümek, spor yapmak, arkadaş çevresiyle takılmak, kitap okumak, sanal ortamda sörf yapmak, yemek yeme ya da yapmakla uğraşmak veya Televizyon izlemek…
Normal ihtiyaçlar ve sayılanlar mutlu olmanın yollarından bir tanesi.
Ama nereye kadar veya hangi sınır gözetilerek!
Her şeyin aşırısı zarar ya… Sınır tanımama bir yana, bedenimize ve beynimize verdiğimiz zararların hesabını yapamayacak kadar da habersiziz. Çünkü değer kaybı, ahlaki ilkeler, sosyal benliğimiz, kişilik gelişimimiz, aile ve yakın çevre iletişimi açısından köleleşme yolunda basamakları atladığımızı göremiyoruz.
Özellikle Televizyon ve yayınlanan programlar ve içerikleri tam bir muamma!
Belirsiz diyorum, zira farkında olmadan algı operasyonu geçirdiğimizi fark etmiyoruz. İşlenen konular, verilen bilinçaltı mesajlar, üzerinde durulan olay örgüleri ve özenti yaratan hayat modelleri ile gerçek dünya arasında fark var.
Tüketim toplumu olmaya yöneltme, lüks yaşama özendirme, inançları yok etme, sapkınlık yaratma, toplumsal cinsiyet eşitliği ile aykırı ilişkiler doğurmak, kendi kimliğini unutan bireyler yetiştirme, aile değerlerini yok edecek rol modeller kullanmak gibi tamamen insan dışı bir görsellik yayıncılık anlayışında temel ilke haline gelmiş durumda.
Hem de bunlar zorlamadan ve insanların kendi istekleriyle yapılıyor. Bilinçaltı yönlendirme ve tüm dizilerin, programların formatlarına uygun olarak algı yönetimi ile insanlara ana hedef sunumuyla empoze ediliyor.
Cinsel karmaşa yaratmak mı dersiniz, benliğinden koparılan gençler mi?
Kendine yabancılaşan ve içine kapanan çocuk ve gençlerin yanında büyüklerin de yalnızlaşan dünyalarında değerler kaybına uğraması mı?
Ahlaki ilkelerin zayıflatılması ile özgürlüğü hayatın ana ilkesi gören yeni kuşakların evlilik, aile, ortak yaşam alanları, toplumsal paylaşım ve dayanışmaya olan uzak duruşlarına yol açmaları mı?
Konunun özü, yapılan ve hazırlanan, milyonların takibine sunulan, reyting oranlarını zirvelere taşıyan, toplumsal dokumuzun yanına bile yaklaşamayan dizilerin yarattığı tahribatın onarılamaz yıkımlar getirdiğidir.
İstek ve talep oranında hazırlanan ve sunulan dizilere, bilinçsiz ve şuursuz bir kitlenin rağbet göstermesi, bu programların doğru olduğu ya da insanlara, zevkleri tatmin etme dışında fayda sağladığı anlamına gelmiyor. Diziler içerdikleri konuların değişikliğine göre model roller yüklenmekte, dizi karakterleri bırakın dizi içindeki rolü ile normal hayatında bile yakından takip edilen, yaptıkları bire bir yapılmaya çalışılan tipler olarak özenti yaratmakta.
Yarattıkları değer kaybı, insanlarda yarattıkları özenti psikolojisi, sapkınlık ve kültürel yozlaşmaya yol açan senaryoları, şiddete ve mafya rollerine yönelik kişilik bozuklukları, zevk peşinde koşan tipler, cinsiyet karmaşasına yol açan kimlik bunalımı gibi insan dışı ahlaki edinimler ve yaşam biçimlerini tetikleme dürtüsü yaratan dizilerin sınırlanması gereken sansür kriterleri olmalı.
Hayali karakterler ve gerçek hayatta olmayan rol modeller ile kimlik bunalımına yönlendiren dizilerin verdiği zararın tahribatının artık bilinçli yapıldığı, kontrol edilemeden yaratacağı kültür ve inanç dejenerasyonunun ortaya çıkmasına zemin hazırlandığı inancındayım.
Vaz geçilmesi gereken bu sistemli program-dizi formasyonunun önümüze koyduğu çocuk-genç profilinin eleştirilerek yerden yere vurulmasının bir çözümü yok. Sanırım tek çare küçük yaşlardan itibaren bilinç sağlama ve şuur kazandırma konusunda kendi sorumluluğumuzdaki çocuklara hayati yönlendirmeler yapmak!
Dizilerin daha tehlikeli olduğu unutulmasın… Bedenimize ve anatomik-fiziki yapımıza sağlık açısından zarar veren ve hastalık bulaştıran Korona virüs gibi salgınlardan daha beteri, ruhsal ve psikolojik dünyamızı altüst eden, değer ve inançlarımızda tahribat yaratan, manevi hayatımızda yozlaşmaya yol açan dizilerdir.