İnsanın yaşam süresi değişkendir. Kısa veya uzun olması kişinin bedensel ve fiziksel özelliklerine, hastalıklara, beslenmesine, zihinsel sağlığına bağlıdır. Bir kelebeğin ömrü gibi kısa ya da bir çam ağacının ömrü gibi uzun olmadığı gibi yaşa ve yaşanan zamana göre de değişlik gösterebilir.

İnsan ömrünü dünyanın var olma süresi ile karşılaştırmak hatasına düşmemek şartıyla değişik aralıklara, sürelere veya daha basit anlamıyla zaman dilimlerine ayırarak ölçmek en mantıklı olandır.

İnsanlar kendi yaşam biçimlerini ve hayat süresini ile diğer varlıkların zamanlarını saatlerin ve tarihlerin gösterdiği ölçülere göre yaşamaya alışmıştır. Çünkü psikolojik yapımız buna uyum sağlamış ve içinde bulunulan/yaşanan ortamları değişik ölçümlerle saniyelere, dakikalara, saatlere, günlere, haftalara, aylara, mevsimlere, yıllara, yüzyıl ve çağlara ayırma ihtiyacıyla bireysel/sosyal bilinç oluşturmaya çalışmıştır.

Unutulmaması gereken şey kaybedilen zaman gibi yaşanan dönemlerin bedenimiz ve vücudumuzla ilgili anlarının da asla geri gelmeyeceğidir. Hayat sürecinin yaşanan zamanları gibi fiziki yapımızın gelişim evreleri geri dönülmez bir akış ile miadını tamamlama aşamalarına yönelir.

İnsanın var olmasına sebep olan organlar ve bilinç hali ömür süresiyle doğru orantılı olarak gelişim evrelerini geçirir. Organizmamızın parçaları ve duyu organlarının işlerliği doğum ile ölüm arasında insanın değişik evreleri geçirmesine zemin hazırlarken, yaşlılık dönemine doğru yapılan yolculuk ömrümüzü tamamlamaya rehberlik eder.

Bir noktada insanın istediği tek şey ömrünü tamamlamayı beklenen şekilde tamamlamasıdır. Bu yüzden doğal afetler, kazalar, beklenmedik facialar ve yıkımlar insan hayatının ortaya çıkabilecek kazaları olarak ihtimal dâhilinde sorgulanmalı ve tedbir alınmalıdır.

İnsanların en büyük arzusu ölümsüzlüğü keşfetmek ve ölümsüz olmaktır. Hayalini kurmak bile güzel, ama sonuç alınmayan bir rüyadan öteye gitmeyen bir avuntu aslında.

Ne geçmişte ne de zamanımızda ölümsüzlüğün sırrını çözemeyen insanoğlu sınırlarını zorlama arayışlarını sona erdirmeyecek. İlahi tabirle “Bize sadece maddi dünyanın kapıları açıktır” ve insan ancak sahip olduğu fiziki özellikler ve düşünme gücünü korumakla sorumludur. Zira buna mecburdur.

İnsan ömrünün uzun olduğunu düşünsenize!

Vücudun yaşlandığı ve bedenin gençlik dinamikliğine sahip olmadan yaşamına devam ettiğini!

Muhtaçlık ve hareket imkânından yoksun olarak hayattan zevk duymadan yaşamaya çalışmak ve nefes alabilmenin anlamı yok.