Hepimizin hafızasında yer eden 1966 yapımı Susuz Yaz filmini hatırlarsınız. Oyuncuları hem yurtiçinde hem yurtdışında ödüller aldı, senaryosu ise iki aile arasında su yüzünden çıkan anlaşmazlığı konu alıyordu. Ama benim bugünkü konum o film değil; gerçek bir "susuz yaz" ve "kurak bir sonbahar" yaşadığımız bu günlerde, ülke genelindeki su krizi.

Barajlarımız, göletlerimiz, yeraltı su kaynaklarımız alarm veriyor. Ekim ayının ortasındayız ama birçok bölgede çiftçi tarlasını hâlâ ekemedi. Çünkü beklenen eylül yağmurları gelmedi. Herkes farklı gerekçeler sunsa da bu kuraklığın ana nedeni çok açık: küresel ısınma.

Yıllardır bilim insanları bizi uyarıyor. Atmosferdeki sera gazı salımı arttıkça, güneş ışınları daha doğrudan yeryüzüne ulaşıyor. Bu da hem denizlerin ısınmasına, hem buzulların erimesine neden oluyor. Sonuç? Ya yağmur hiç yağmıyor ya da aniden bastırıp sellerle yıkıp geçiyor. Yani dengesizlik artık yeni "normalimiz".

Oysa sadece yağmur yetmez; kar yağışına da ihtiyacımız var. Ama ne kar vaktinde yağıyor ne de yeterince. Doğal kaynaklarımız artık "sos" veriyor. Yüzeydeki nehirler, akarsular bir yana; yeraltı sularında da ciddi bir çekilme söz konusu. Bu da toprağın çökmesine, obrukların oluşmasına neden oluyor. Özellikle Konya’da neredeyse her ay yeni bir obruk haberi alıyoruz.

Yaşadığımız bu süreci "dini", "ahlaki", "ticari" yorumlarla açıklamaya çalışanlar elbette var. Ancak gerçek şu: Bilim insanları bu günlerin geleceğini önceden söyledi. Su kaynakları tükeniyor, iklim dengesi bozuluyor, tarım etkileniyor. Özellikle yaş meyve-sebze fiyatlarının uçması da bundandır. Susuzluk, ürünleri kuruttu, rekolte düştü, fiyatlar tavan yaptı.

Bugün birçok ülkede sıcaklık rekorları kırılıyor, aşırı sıcaklardan dolayı can kayıpları yaşanıyor. Ülkemizde ise susuz geçen bir yazın ardından, kurak bir sonbaharla yüz yüzeyiz. Bu sadece bugünün sorunu değil; yarının da çok daha büyük krizi olabilir.

Unutmayalım, Türkiye su zengini bir ülke değil. Üç tarafı denizlerle çevrili olmamız, çok sayıda nehrimizin olması bu kaynakları sınırsızca kullanabileceğimiz anlamına gelmez. Kaynaklarımız tükenebilir. Hatta tükeniyor.

Bu yüzden artık daha dikkatli olmak zorundayız.

“Bize bir şey olmaz” demeyin; oluyor, hem de göz göre göre oluyor.

Sularımızı kirletmeyelim. İçme suyunu caddeleri yıkamak için harcamayalım. Evde, işte, tarlada; suyu yalnızca gerektiği kadar kullanalım.

Bilim insanlarını dinleyelim, çünkü çözüm onlar da. Gerisi dedikodudan öteye gitmiyor.

Hoşçakalın.