Çok üzgünüm dostlar…
Neden mi üzgünüm? Çünkü artık bir gerçeği görmezden gelemeyiz: Birçoğumuz, ekonomi trenini çoktan kaçırdık. Hani meşhur bir söz vardır ya: "Atı alan Üsküdar’ı geçti." İşte tam da öyle…
Bu ekonomik kriz sürecinde, bazıları zekâsını, aklını ve fırsatları iyi değerlendirerek kendine bir çıkış yolu buldu. Onları artık sadece dışarıdan değil, içimizden de hissediyoruz. Ancak toplumun büyük çoğunluğu için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Geçmişte birçok ekonomik çalkantı yaşadık; kimi zaman devalüasyon, kimi zaman enflasyon… Ama hiçbir dönemde zenginle yoksul arasındaki uçurum bu kadar derinleşmemişti. Maalesef, artık orta direk diye bir kavram kalmadı. İki tip halk var: Zenginler ve yoksullar.
Bu durum, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyolojik bir felakettir. Zenginler rahatlıkla yaşamlarını sürdürürken, yoksullar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bir ülkede adaletli gelir dağılımı olmazsa, o ülkeyi bekleyen son; Asya, Afrika ya da Güney Amerika’daki bazı ülkelerin sosyo-ekonomik yapısından farksız olur.
O ülkelerde nasıldır bilirsiniz… Bir tarafta yüksek duvarların ardında lüks ve konfor içinde yaşayan insanlar; diğer tarafta ise temel ihtiyaçlara bile ulaşamayan, sefalet içindeki kitleler… Belgesellere bakın, bu yaşam tarzlarını açıkça görebilirsiniz.
Bu ayrışma artık Batman gibi küçük şehirlerde bile hissediliyor. Bazı mahalleler pırıl pırıl, yaşam standartları yüksek. Ama geri kalan yerlerde insanlar hâlâ temel ihtiyaçlarını karşılamak için çabalıyor. Hatta öyle bir noktaya geldik ki, bazı sitelere "yabancılar giremez", "dilenciler giremez", "seyyar satıcılar giremez" uyarıları asılıyor. Bu aslında açıkça "yoksullar giremez" demektir.
Toplumsal ayrışma artık kapımızda değil, evimizin içinde. Zenginler ve onların yaşadığı mahalleler bir tarafa, yoksullar ve onların sıkıştığı alanlar diğer tarafa ayrılmış durumda.
Ve biz… Bizler ne kahvehaneye oturabiliyoruz, ne lokantaya gidebiliyoruz. Kaliteli gıdaya ulaşmak hayal oldu. Ekonomik olarak çevremize umut vermek bir yana, kendi geleceğimizi bile göremiyoruz.
Bu hale nasıl geldik, elimizde miydi, önlenebilir miydi bilemem… Ama şunu biliyorum ki, doğru zamanda, doğru yerde, doğru kararlar veremedik. Ve üzülerek söylüyorum ki;
Atı alan Üsküdar’ı geçti…
Hoşça kalın.