Geçmişte yaşanan bazı gelişmeler, bugünü ve geleceği anlamamız açısından oldukça öğretici. 1960’lı yıllarda Avrupa’da sendikaların güçlenmesi, işverenleri farklı arayışlara yöneltti. Patronlar bir araya gelip sendikalara karşı nasıl bir çözüm bulabileceklerini tartıştılar. Sonuç? İşçiye değil, makineye yatırım yapmaya karar verdiler.
Endüstri mühendislerine verilen talimat netti: "İnsan gücünün yerini alabilecek otomatik makineler tasarlayın." Ve öyle de oldu. Üretim hatlarında birer birer makineler yerini aldı. Sendikaların gücü devam etse de, işçilerin işlerini koruması artık mümkün olmadı. Çünkü bir makine, on işçinin yaptığı işi daha hızlı, daha az maliyetle ve sıfır insan hatasıyla yapabiliyordu. Ne maaş, ne sigorta, ne yemek, ne de mesai...
Bugün benzer bir devrimin eşiğindeyiz. Otomasyon sistemlerinin yanına artık yapay zeka da eklendi. Yani artık sadece kol gücüne değil, beyin gücüne de ihtiyaç azalmaya başladı.
Bakın etrafınıza:
Otomatik sürücüsüz tramvaylar yollarda,
Japonya ve Çin’de şoförsüz taksiler hizmet veriyor,
Ülkemizde gökyüzünde insansız hava araçları dolaşıyor,
Elektrikli otomobiller robotlar tarafından üretiliyor,
Devlet hizmetleri artık e-Devlet üzerinden, tek tuşla…
Hatta evimizdeki beyaz eşyalar bile artık akıllı hale geldi. Akıllı telefonlar sayesinde bir kadının fırını çalıştırmak ya da çamaşır makinesini başlatmak için eve gitmesine bile gerek kalmadı. Oturduğu yerden bir tuşla her şeyi kontrol edebiliyor.
Bu konfor, hayatın her alanına yayılıyor. Peki ya sonuç?
İş gücüne olan ihtiyaç azalıyor. Fabrikada, ofiste, hatta kamu kurumlarında bile... Devlet memurları bile artık birçok görevde yapay zekânın ve otomasyonun gerisinde kalmaya başladı. Kısacası, teknoloji bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken, diğer yandan işsizliği büyütme potansiyeli taşıyor.
Sevinmeli miyiz? Yoksa endişelenmeli mi?
Unutmayalım: Teknoloji ve yapay zeka, çift taraflı bir jilet gibidir. Doğru ve yapıcı şekilde kullanılmazsa, fayda yerine zarar getirebilir. Bu yeni çağda hazırlıksız yakalanmak, iş gücünün büyük bir kısmını kapının önüne koyabilir.
“Aç tavuk kendini buğday ambarında zanneder” derler. Biz de şu an teknolojik imkanlara hayranlıkla bakarken, gelecekte karşılaşacağımız sorunları göz ardı ediyor olabiliriz.
Peki ya biz, bu dönüşüme hazır mıyız?
Şahsi kanaatim: Değiliz. Ne altyapımız, ne eğitim sistemimiz, ne de toplumsal reflekslerimiz bu dönüşüme uygun şekilde yapılandırılmış değil. Yapay zeka ve otomasyon artık hayatımızın her alanına sessizce yerleşiyor. Geleceğin nasıl olacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
Ama şunu bilmeliyiz: Gelecek, hazırlıklı olanların olacak.
Hoşça kalın.