Zamanımız umursamazlığın tavan yaptığı bir dönemi bize yaşatıyor.

Umursamaz davranıyoruz, çünkü insanlarda “umursamak insanı bir yere götürmez” düşüncesi hâkim. Hayatı kendi haline bırakmak ve günü yaşamak olağan geliyor artık.

Kaygı ve endişe duymadan günlük hayatın karşımıza çıkan olay ve gerçeklerini olduğu gibi kabul etmek ve sahiplenme/yönlendirme anlayışına girmeden sonuçlarına katlanmak gibi farklı bir hayat felsefesi zihinlerimizde yer edinmeye başladı.

Oysa yaşamı, insanı, varlığı, olayları, çevremizin elemanlarını ve değer kabul ettiğimiz unsurları umursamak, kendi zenginliğimiz kabul etmek daha mantıklı.Aldırmadan, kafaya takmadan, umursamadan ve sahiplenmemiz gerektiğini sorgulamadan duyarsızlığımızın canlanmasını seçiyoruz.

Duyarsızlık, tepki vermemek, aldırış etmeden umursamazlık göstermek, her şeyi olduğu gibi kabul edip heyecan duygusunu yitirmek anlamına gelir.

Daha doğrusu kendi irademize, çevremize, insanlara, dış dünyanın tüm hareketliliğine kapalı olmak manası taşır.

Hayat koşulları, ekonomik nedenler, maddi kaygılar, olumsuz iş ortamları şartları gibi çevresel etmenlerin yanında kişisel problemler ve sosyal yabancılaşma gibi etkenler insanlarda umursamazlık doğurabilir.

Umursamamak ve baş edememe düşüncesi zamanla duyarsızlığa yani her türlü duruma alışma sonucunu ortaya çıkarır.

Olayları akışına bırakmak, ortaya çıkabilecek zararlara ve kötülüklere engele olmaya çalışmamak bir noktada duyarsızlık ve vurdumduymazlığın göstergesi olmakta.

Duyarsızlık bir sonuçtur.

Bireyin veya toplumun karşılaştığı veya yaşadığı olaylar karşısında tepki vermemesi anlamı taşır.

Olaylara ya da ortaya çıkan durumlara hâkim olamayan insan için hayatı olağan haline bırakmak kolay oluyor.

Birey kendi yaşamıyla alakalı konularda duyarsız davranabiliyor.