İnanın bana, engelli bireylerle uzun yıllar temas etmiş biriyim. Onları tanır, hayatlarına temas eden gerçek hikâyeleri bilirim. Fakat gördüğüm bir şey var ki; engelliler aynı kategoriye alınamaz, alınmamalı da. Zihinsel engelli olanların sevgiye, desteğe, şefkate, korumaya ve sabra ihtiyaçları tartışılmaz. Fakat bedensel engellilerle ilgili gözlemim, çoğu zaman çok daha farklı bir tabloyu ortaya koyuyor.
Devlet, engelli bireylere eşit mesafede durur. Sağlık raporlarına göre hak ve destekler sunar. Kimseyi dışlamaz. Ancak son dönemlerde bedensel engelli derneklerinin ardı ardına kurulduğunu, bu derneklerin devletin sunduğu desteği yeterli görmeyip daha fazlasını talep ettiğini, hatta kimi zaman birbirleriyle rekabet ve çıkar mücadelesi içinde olduklarını görüyoruz.
Aynı masada oturamayan, cenazede selam vermeyen dernek başkanları… Neden? Çünkü çıkar çatışması var. Eğer amaç tek ses olmak, hak savunmak olsaydı; Batman’da üç-beş başlı dernek değil, tek çatı altında birleşmiş güçlü bir oluşum görürdük. Ama görünen o ki mesele, temsil değil, paylaşılacak “pasta”.
Bu sözlerime kızacak olan dernek yöneticileri elbette olacaktır. Belki arayıp “Bizde öyle şey yok” diyecekler. Ama umrumda değil. Çünkü gerçekleri söylemekten kaçınmak, kalemi susturmak bana göre ihanet olur. Elbette istisnalar var; onları tenzih ederim, kendilerini de bilirler.
Sokakta dilenen, yardım toplayan, engelini duygu sömürüsü aracına çeviren kişiler görüyorum. Engelli maaşı almış, sosyal yardım almış, elektrikli sandalyesi verilmiş, eli iş tutabilecek durumda… Ama hâlâ “yardım” bahanesiyle çare arıyor. Bu ne kadar etik? Kısaca soruyorum: Bu, engellilik değil; suistimaldir.
Peki tüm engelliler böyle mi? Elbette hayır! Tam tersine, engelini aşmış, üretmiş, sporla, eğitimle, sanatla ülkesini temsil eden sayısız engelli birey var. İşte onlarla gurur duyuyorum. Onlar dernek tabelasına değil, başarısına yaslanıyor.
Evet, hepimiz birer engelli adayıyız. Bu gerçek, yaklaşık 14 milyon engelliye “özel statü” sağlama gerekçesi olamaz. Devlet hayatlarını kolaylaştırmalı, erişimi sağlamalı, iş vermeli. Onlar bu hayatın bir parçası, ama diğerlerinden “ayrıcalıklı” bir sınıf değil.
Asıl engel, zihinlerde olan engeldir. Kafadaki bariyerler kalkmadıkça eşitlik tesis edilemez.
Hiç unutmam, bazı engellilerin üzerinden araç alıp, o engelli kişinin o araca binmediğini gördükçe kızarım. Bir engelli buna alet olmamalı, ettirilmemeli. Aynı şekilde evde engelli var diye enerji faturası düşürüp, vergi muafiyeti sağlayıp bunu hak gibi sunmak… Bu, başkasının hakkını çiğnemektir.
Eşitlik istiyorsak, önce kendimize dönüp bakacağız. Adil düşüneceğiz. Kendi içimizdeki haksızlığı göreceğiz.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” derler. Varsın olsun. Ben doğruları yazmaya devam edeceğim. İster dışlasınlar ister alkışlasınlar. Önemli olan uyarmak, düşündürmek ve yol göstermektir.
Unutmayalım: Eşitliği gölgeleyen toplum değil; bazı engellilerin içindeki yanlış zihniyettir.
Daha söylenecek çok söz var ama anlayana bu kadarı yeter. Hoşça kalın.