Sokakta herhangi bir vatandaşa mikrofon uzatıp “Enflasyon nedir?” diye sorsanız, büyük ihtimalle alacağınız cevap şudur: “Hayat çok pahalı.”
Bu cevap yaygın ama tam olarak doğru değil. Çünkü enflasyon ile hayat pahalılığı aynı şey değildir. Birbirine benzer görünse de aslında aralarında çok net bir fark vardır.
Hayat pahalılığı, bir ürünün fiyatının yüksek olmasıyla ilgilidir. Ancak bu pahalılık, gelir düzeyiyle birlikte anlam kazanır. Örneğin aylık geliriniz 100 bin lira ise, yumurtanın 100 lira olması sizi çok fazla etkilemez. Çünkü alım gücünüz bu fiyatı tolere edebilir. Aynı ürün, aynı fiyat… Ama hissettirdiği etki bambaşka.
Enflasyonun bireye yansıması ise daha çok gelirle ilgilidir. Geliriniz fiyat artışlarının gerisinde kalıyorsa, işte o zaman enflasyonu iliklerinize kadar hissedersiniz. Yukarıdaki örneği tersine çevirelim: Aylık geliriniz 22 bin lira, yumurta 100 lira… Bu durumda yumurta size pahalı gelir. Çünkü geliriniz, artan fiyatların altında kalmıştır. Sorun ürünün fiyatı değil, sizin o ürünü satın alabilme gücünüzdür.
Kısacası sap ile samanı ayırmak gerekir.
Marketlerde bunu çok net görüyoruz. Bazı vatandaşlar sepetlerini doldurup kasaya yönelirken, bazıları ellerinde bir-iki poşetle çıkıyor. Bunun tek sebebi gelir düzeyidir. Sepeti dolduran için fiyatlar çok da önemli değildir; elinde birkaç poşetle çıkan için ise fiyatlar hayati önemdedir. Aradaki fark siyah ile beyaz kadar nettir.
Bu yüzden her fiyat artışında “hayat pahalı, enflasyon çok yüksek” demek yerine, “gelir düzeyim düşük” demek daha doğru bir tespit olabilir.
Toplumu genel olarak üç gruba ayırabiliriz:
Geliri yüksek olanlar
Orta gelirli olanlar
Dar gelirli olanlar
Bu üçlü yapı her ülkede vardır ve olmaya da devam edecektir. Asıl önemli olan, bu grupların toplum içindeki oranlarıdır. Yani yüksek gelirlinin, orta gelirlilerin ve dar gelirlilerin yüzdesi…
Bir ülkede yüksek gelirli vatandaşların oranı fazlaysa, bu o ülkenin sanayisinin ve ekonomisinin güçlü olduğuna işaret eder. Orta gelirli kesim ağırlıktaysa, altyapı sağlamdır; işsizlik düşüktür; tarım ve hayvancılık ayaktadır. Dar gelirli nüfusun oranı yüksekse, bu durum sanayinin zayıf, tarım ve hayvancılığın gerilemiş, işsizliğin ise yüksek olduğunun göstergesidir.
Ülkemize baktığımızda, bu üç gelir grubunun da var olduğunu görüyoruz. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğu için, genel gelir ortalamasını tamamen kötü olarak nitelendirmek de doğru değil. Yapılan istatistikler, orta gelir grubunun hâlâ önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.
Ekonomiyi sadece asgari ücret ya da emekli maaşları üzerinden değerlendirmek de sağlıklı değil. Çünkü bu kesim, toplumun tamamını temsil etmiyor. Örneğin sadece Batman’ı ele alalım: Batman’da 90 bin lira emekli maaşı alan da var, 50 bin lira maaşla çalışan da… Bu tablo, kentin ve dolayısıyla ülkenin gelir düzeyinin ortalama bir seviyede olduğunu gösteriyor.
Elbette herkesin yüksek gelirli olmasını isteriz. Ancak bunun için sanayimizin, tarımımızın, hayvancılığımızın, turizmimizin, yeraltı kaynaklarımızın ve enerji kapasitemizin çok güçlü olması gerekir. Eğer bunların tamamına ya da büyük bir kısmına sahip değilsek, mevcut ekonomik tabloyu “olağan” olarak değerlendirmek gerekir.
Son söz olarak şunu söylemek isterim:
Enflasyon başka bir şeydir, hayat pahalılığı başka bir şey. Asıl mesele, gelirimizin hangi seviyede olduğudur. Bu iki kavramı birbirine karıştırmadan konuşmak, meseleyi doğru yerinden tartışmak gerekir.
Hoşça kalın.