Eski Türk filmlerinde bir replik vardı…

“Bunu neden yaptın?” diye sorulduğunda, baş kahraman dimdik bakar, “Onurum için yaptım,” derdi.

Bu tek cümlenin içine; namusu, şerefi, haysiyeti, gururu koymak mümkündü. Çünkü o dönemde onur, sadece bir kelime değil; bir duruş, bir hayat felsefesiydi.

Günümüze dönersek…

Bugün hiçbir filmde, dizide “onurum için yaptım” cümlesi duymuyoruz. Çünkü senaryoda bile onurlu bir insana yer yok. Toplumun büyük kısmı sanki onurunu evde unutmuş gibi. Artan hırsızlık, dolandırıcılık, yalan, gasp… Hepimiz bu tabloya bakıp insanlığın onurunu kaybettiğini söyleyebiliriz.

Birçok çocuk artık anne babasıyla gurur duymuyor, birçok anne baba da çocuklarıyla…

Soruyorsunuz:

“Onur duyuyor musun?”

Cevap çoğu zaman utanç, mahcubiyet, hayal kırıklığı…

Siyaset meydanlarında onur aramak, öküzün altında buzağı aramak gibi. Verilen sözler tutulmuyor, ilk fırsatta bir partiden diğerine geçiliyor; seçmenin iradesi, güveni hiçe sayılıyor.

Esnafımızda, tüccarımızda da aynı tablo…

Vicdan terazisi bozulmuş, fahiş fiyatlara, sahtekârlığa gözümüzle şahit oluyoruz. Uzatmaya gerek yok; çarşı pazar her şeyi anlatıyor.

Peki insan, onursuz nasıl yaşar?

Haysiyetini, şerefini nasıl ayaklar altına alır?

Cevabı basit:

Daha çok para, daha çok mal, daha çok makam, daha çok araba…

Oysa onurlu insanların hedefi bunlar değildir. Onurlunun sermayesi; şerefi, haysiyeti, Allah’a ve millete karşı dik duruşudur.

Onurlu insan Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmez.

Ölür ama şerefini iki kuruşa satmaz.

Böyle insanlar; siyasetçi olur, esnaf olur, tüccar olur…

“Bu memlekette onurlu insan kalmadı” demek, cahilliktir. Elbette var! Belki de hâlâ ayakta kalabiliyorsak, insanlığımızı koruyabiliyorsak onların yüzü suyu hürmetinedir.

İşte “onur” dediğin budur…

Allah hiç kimseye onurunu, şerefini, namusunu ve haysiyetini dünya malı uğruna kaybettirmesin.

Amin diyelim ve noktayı koyalım.