Bu satırları okurken yavaş ve dikkatle okuyun… Çünkü bu sadece bir “hasta hikâyesi” değil; binlerce insanın yaşadığı bir gerçeğin aynası.

Geçtiğimiz günlerde boğazımda bir kitle fark ettim. Sağlık Bakanlığı’nın online sisteminden kulak burun boğaz için randevu alamayacağımı bildiğimden, çareyi acil serviste aradım. Belki bir fikir verir, belki bir yönlendirirler umuduyla…

Acilin yolu her zamanki gibi kalabalıktı. Yeşil alana yönlendirildim. Kim olduğu belli olmayan – doktor mu, hasta bakıcı mı, temizlik görevlisi mi anlayamadığım – bir personel bana birkaç soru sordu. “Boynumda kitle var, doktora göstermek istiyorum” dedim. Bir sevk kâğıdı düzenledi. Yazısı öyle kötüydü ki, ilkokul çocuğu daha düzgün yazardı. Neyse dedim, kayıta geçtim ve sıra numaramı aldım.

Dört doktor, yüzlerce hasta… Koridor tam bir mahşer yeri. Ne öksüren var, ne fenalaşan; belli ki herkes benim gibi: Randevu bulamamış, son çare acile sığınmış. Nihayet sıram geldi. Doktora boğazımda bir kitle olduğunu, KBB’den randevu alamadığım için buraya geldiğimi anlattım. Bana hiç elle muayene bile etmeden direkt acil ultrasona gönderdi.

Ultrason çekildi, rapor doktora yollandı. Tekrar doktora döndüm. Raporu inceledi, “Uzman KBB doktoruna görünmeniz gerekir” dedi. “Hocam zaten randevu alamadığım için buradayım” desem de “Yapacak bir şey yok” diyerek geri çevirdi.

Güvenlik görevlisiyle sohbet ederken “İcapçı doktora git, belki ilgilenir” dedi. Söylediğini yaptım. Uzman doktora derdimi anlattım. “Acilden yazı almanız gerekir” dedi. “Hocam zaten hastayım, boğazımda kitle var, ultrasonum çekildi, erken teşhis önemli” dedim. İstemeye istemeye rapora baktı, eliyle muayene etti ve yüzü değişti. Kan tahlili ve renkli MR istedi.

Sonuçlara baktığımda boğazımdaki kitlenin tehlikeli bir yerde olduğu yazıyordu. Şok yaşadım. MR sırasına girdim; kan değerlerimin çıkmadığı için çekim ertesi güne bırakıldı. Ertesi gün böbrek değerlerim yüksek çıktığı için “Doktor onayı gerekiyor” dendi. İcapçı doktor izinliydi. Başka doktora gittim, “Ürolojiye git” dedi. Üroloji “Nefrolojiye git” dedi. Nefroloji “Dahiliye düzeltsin” dedi. Elimde kağıtlarla hastane koridorlarında koştum durdum.

Ben eğitimli bir insanım; ama kendimi bir anda yapayalnız ve çaresiz hissettim. Kan değerlerimin hangisinin yüksek olduğunu bile öğrenemedim. Acil kayıt bankosuna sordum, “Biz göremeyiz” dediler. Sonra tanıdık bir görevli çıktı, iki düğmeye bastı ve sonuçlarımı önüme koydu.

Bütün evraklarımı alıp hastaneden çıkarken içimden sadece bir dua geçirdim:

“Allah’ım beni bu hastanelere, bu doktorlara muhtaç etme…”

Koskoca bir araştırma hastanesinde derdime çare olacak, beni tedavi edecek bir doktor bulamadım. Kim bilir benim gibi kaç kişi var; özel hastanelere, parası olanın ulaşabildiği hizmete mecbur kalan…

Hani hep söyleriz ya: “Hastanelerimiz var, doktorlarımız var, Allah eksiklerini göstermesin.” Ama görünen o ki, ölseniz bile kimsenin umurunda değil. Devlet hastaneleri sahipsiz; özel hastaneler ticarethane. Hastalar ellerinde evraklarla, doktorla değil bürokrasiyle uğraşıyor.

Ben hakkımı helal etmiyorum.

Bu kadar büyük hastaneler yapıp içini boş bırakanlara, insan hayatını bu kadar hafife alanlara sadece şunu söylüyorum:

Yazıklar olsun.