Kimlik olmalı…
İnsanı tanıtan, öncesi ve sonrası konusunda tanıtıcı bilgileri içeren bir belge kadar başka tanıtıcı bilgi yumağı da olmalı insanın…
Ait olduğu kan bağının tanıtımı kadar sosyal, kültürel, insani ve dini bir tanıtıcı aidiyet kimliği olmalı!
Kültür, asalet, aile, sosyal statüler, meslek, eğitim, yaşanan ülke ve bölge, konuşulan dil, inanç sistemi gibi insanı insan yapan tüm donanımlar tanıtıcı bir kimlik vermeli var olan varlığa!
Aidiyet, bağlı olunan yere ya da kişiye/kişilere kopmayacak bağlarla bağlanma demektir. Bu duygu bireyin sosyal bir varlık itibariyle kendi dünyası ile dış dünyada bulunan tüm varlıklar arasında kurduğu bağ konusunda topluluk yaşamına, diğer insanlara veya toplumsal hayatın tüm kademelerine karşı ait olduğunu hissetmesidir.
Çünkü ait olduğunu hissetme, aitlik duygusu ya da aidiyet insanın önüne toplumsallaşma ve sosyalleşeme fırsatı sunar. Bireyin “Özdeşleşme” yoluyla diğerleriyle toplum hayatı sürdürmesini sağlar. Ayrıca toplumda ve insan birlikteliğinin olduğu tüm zaman/mekânlarda“Kabullenme”sonucunu doğurur.
Yani kabullenme ve toplum hayatına katılmanın yanında özdeşim kurarak sosyalleşme sürecinin insana kazandırılmasını sağlar.
Tüm insanların bilinçaltında aitlik duygusu yatar. Aidiyet hisseden bireyler var olan toplumsal birlik içerisinde “Biz” olma duygusunu içinde besler. Bireyler kendilerini ait hissettikleri alışkanlıklar, inançlar, kültürel değerler, sosyal ilişkiler ve iletişim özellikleri sayesinde tanımlayarak yaşama gayreti gösterirler.
Aidiyet, düşünsel ideolojinin de kavramsal tanımlarına sahiptir. İnsanın inancı, toplumsal kimliği, ailevi kimliği, sosyal bilinci kadar düşünce disiplini de bir ideolojiye dayanma ihtiyacı hissettiğinden dolayı kişilere, gruplara, kurumlara, partilere, değişik birliklere yakınlık hissetmeden kaynaklanan bağlılık duyguları da temel bir gerçekliktir.
Tabi bu his ve taraftarlık “Fanatizm” ile karıştırılmamalıdır. Her şeye körü körüne bağlanarak olayı şiddet ve çatışmaya dökmenin düşünce ve inanç yönlü hiçbir gerekçesi yoktur.
Her ne kadar bazı filozoflar ve son dönem düşünürler “Özgürlük” ile “Bireysel İrade” hakkı konusunda aidiyet kavramını eleştiri yağmuruna tutsa da kişinin geçmişi ve geleceği konusunda ihtiyaç duyduğu “Manevi Şuur” duygusu ön plana çıkmakta geri kalmıyor.
Özellikle yeni kuşakların yaşadığı “Kimlik Karmaşası” kavramların birbirine karıştırıldığını gösteriyor.
“Özgürlük” ile bireyin sosyal kimliğini oluşturan “Aidiyet Kodları” diye tanımlanan tanıtıcı tüm kimlikler zamanımızın genç kuşağında fazla bir anlam taşımayan karakteristik özellikleri ikinci plana itiyor.
İnsanı insan yapan, geçmişi ve geleceği arasında köprü kuran, yaşanan zamanın var olma bilincini güçlendiren aidiyet bilincinin bir sınırdan sonra yalnızlaşma, sosyal hayatta uyumsuzluk, ailevi ve toplumsal birlik ruhundan soyutlanma gibi sonuçlar doğurma talihsizliği yaşanıyor.
İlahi kurallar başta olmak üzere inanç noktasında bir dayanak bulamamak, ahlaki ve sosyal normların ön planda tutulmaması, insanın kendisine bir hikmet yüklediği ve yaşamın sırrına erdiği şuur halinin canlı tutulmaması aidiyet bilincinde ağır sarsıntılar doğuruyor.
Aidiyet duygusu sadece kişiyi tanıtıcı hikâyelerin yazıldığı bir sayfa değil, kişinin kendisini bağlı gördüğü değerlerin ve destek bulacağı manevi donanımların hazır olduğu ortamların hissedilmesi gereken duygusal etmenleridir.
Kişi kendini tanımalı, kendi kimliklerini (inancını, yaşama nedenini, varlık şuurunu, hayatın hikmetini…) fark edecek şekilde bilinç ve sırlar edinmelidir. Çünkü maddi dayanak noktaları insanı bir sınıra kadar tatmin ederken, yaşama bağlılık hissi doğuran ve var olma sebebini zihinlere kazıyan manevi etkenlerdir asıl gerçeklik!
İnsanların kabullenilmesi ve aitlik duygusunun başkaları tarafından benimsenmesi ile toplumsal birliktelik bilinci ve yaşamın hikmeti insanı değerli hale getirmektedir.
CUMA GÜNÜNÜN ÖNEMİ NEDİR?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.