Psk.İlyas Sayar - Batman Pusula Gazetesi
bonus veren siteler casinositeleri.co https://www.battle-brothers.net
güvenilir casino siteleri istanbul evden eve nakliyat deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler popüler casino siteleri sex shop ofis taşıma parça eşya taşıma evden eve nakliyat nakliyat casino siteleri 2024 en iyi casino siteleri erotik shop uluslararası nakliyat
Öğle Vakti a 12:17
Batman AÇIK 17°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Psk.İlyas Sayar

Psk.İlyas Sayar

25 Mart 2022 Cuma

VAROLUŞÇU TERAPİ VE İNSAN PENCERESİNDE TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL POZİSYONU

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okurlarım, varoluş felsefesinin geçmişte oluşan köklerinden günümüze değin insan düşüncesine tesiri noktasını ve varoluşçu psikoterapinin halkımızca ne derece özümsendiğini ele alacağım. Aynı zamanda günümüzde refahın varoluşsal sorgulamalara ne düzeyde izin verdiği hususuna da değineceğim.

Varoluş akımı; beynimizi adeta toprak gibi görmüş ve ortaya attığı düşünceler ile 19.yy sonlarında Almanya’dan tüm dünyaya deyim yerindeyse covid-19 hızıyla yayılmıştır. Daha önceki felsefi konuları, kavramları ve soruları içinde barındırsa da genel anlamda bazı konular üzerine ağırlık vermiş olan bu akım diğer felsefi akımlara nazaran daha baskın bir şekilde ‘’varoluşsal boşluk’’ gibi soyut ancak maneviyat anlamda baskın olan düşünce ve inanç sistemlerine değinmiştir. Söz gelimi özgürlük, ölüm, varolmak-öz, sorumluluklar ve varoluşsal sancılar bu akımın son 200 yıldaki değişmez döngüsüdür.

Ele aldığı konular itibariyle altın ve petrol gibi her gün değerlenen varoluşçuluk, psikolojiye temas etmese olmazdı. Ki bu temas bugün bir terapi ekolünü oluşturacak kadar kök saldı psikoloji bilimine. Varoluşçu terapi.

Varoluşçuluk, sadece sorunları ele almakla yetinmez aynı zamanda ihtiyaçlar ve istekler ile hegemonyasını genişletmiştir. Aldığımız eğitim, ev ve iş hayatında aldığımız görev ile sorumluluklar ve şu an aklıma gelmeyen diğer tüm kavramlar, özümüzü oluşturan yapbozun parçası olduğundan dolayı varoluş felsefesi hayatımızın her anında var olmayı başarmıştır.

Varoluşçu terapi de, bu akımı merkezine alarak insanı bedeni gibi görmüş ve her bir düşünce zerremize nüfuz etmiştir. Sanayileşen ve bireyselleşen toplumlar, günden güne yalnızlık veya bir boşluk içerisinde süreğen zelzelenin sallanan küçük dünyaları olmuşlardır. Genel olarak gelişmiş toplumlarda varoluşçu felsefe ve varoluşçu terapi; çok daha işlevsel ve etkindir. Ancak gelişmekte olan toplumlar yahut gelişememiş toplumlarda aynı şey söz konusu değildir. Bu durum belki de yaşam mücadelesinde Bandura’nın ilk basamağından hiçbir zaman çıkamama ya da yaşanılan savaşlar veya zihinsel terörizm ile ilişkilendirilebilinir.

Türkiye için varoluşçu terapi daha yeni değerleniyor diyebilirim. Türkiye’de hala da günümüzün en etkin ve aktif terapi ekolü ‘Bilişsel Davranışçı Terapi’dir. Ancak varoluşçu terapi; bilgiye kolay erişim, teknolojinin etkisi, önceki jenerasyondan farklı bir eğitim ve popüler kültür her şeye bakış açımızı değiştirdiği gibi felsefe ve psikoloji akımlarını da değiştirdi. Türkiye’de genç beyinlerin; ebeveynleri gibi toplumlaşma ve cemaatleşmeden ziyade bireyselleşmeye gösterdikleri çaba, beraberinde varoluşçu terapinin topraklarında adeta vatandaşlık kazandırmıştır. Fakat toplumunuzun her kesiminde varoluşçuluk bir anlam kazanmış değildir. Buna sebep olarak sosyal refah, düşük sosyoekonomik düzey ve toplumsal olaylar görülebilir. Henüz istenilen kıvama gelinmemiş bir düzeyde diyebilirim varoluşçu terapi için. Lakin toplum olarak ‘insanın özü ve var olmak teması’ bizim için bir sır olmaktan çıkmalıdır.

 

Devamını Oku

TRAVMATİK OLAYLARDA YALNIZLIĞIN SALTANATI

0

BEĞENDİM

ABONE OL

                Değerli okurlarım, bugün travmanın yalnızlıkla olan ayrılmaz bağlarına değinmekle birlikte travmanın işleyişini ve zihnin içinde oluşan kısır döngüsünü açıklığa kavuşturmak gayesindeyim. Hepimizin hemen her gün duyduğu travma terim olarak, canlı üzerinde beden ile ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan an yahut anlar silsiledir. Kişi olay esnasında yaşadığı şokun tesirinden sonra atlattığını düşündüğü o an, zaman ilerledikçe şirpençe gibi sinsice büyür ve hatırlamadan sorumlu beyin bölgesinde (Hipokampüs) kalıcı olarak yer edinir. Haliyle etkisini artıran olay zamanla tekrar tekrar baş gösterir ve prefrontal lobun (Düşünme,sorgulama vs. alanı)görevlerini aksatması için dişini biler. Travmatik olay, tüm mücadelesinin ardından beynin yenilgisine ve kendisinin zaferine kadeh kaldırırken sadece bireyin kendisi değil çevresinde yaşayan diğer kişiler de durumdan nasibini alır. Kişi kendi baş edemediği bu sorun karşısında en yakınındakilerden kendisine yardım etmeleri için çare kapısını aralar. İlk başlarda birey, etrafından aldığı geribildirimler sayesinde iyi hissedebilir fakat travmatik olay gün geçtikçe yeniden belirir. Adeta beni öldürmeyen her darbe daha da güçlendirir dercesine.

                Artık yaşanan acı verici olayın ardından vakit bir hayli geçmiş, kişi eş dosttan daha da öteye psikiyatrist/terapiste taşımıştır mülteci çaresizliğini. Süreç içerisinde ‘Sanırım bu durumdan kurtulamayacağım, bu olay benimle beraber yaşayan bir lanete dönüştü, ölene kadar bana huzur yok, bu olayı unutmam imkânsız, çaresizliğime kimse el uzatamıyor…’’ gibi düşünceler beraberinde yalnızlığı olayla perçinler. Birey, oksitlenen toplum yardımından eteğini toplayıp olumlu düşüncelerden ırak dünyasında kendisini izole etmeyi gerekli görmüş ve zihnini karanlıklar diyarında zindana hapsetmiştir. Elbette bu diyarın padişahı olan travmatik olay, verdiği hükümlerle ab-ı hayatı altın tasında yudumluyor. Bu durum yaşandıkça travmatik olay güçlenir ve olay güçlendikçe birey, olay karşısında iflas bayrağını çeker. Döngüsel devinimler neticesinde kişi, simurgu bulmak için yollara düşer.

                Birey profesyonel anlamda bir destek görmeye başladığında ise travmanın akıbeti, LadyGodiva’yı izleyen Thomas gibi olmaya başlar. Yani yaşanılan olay zihinde kalmaya devam etse de olayın kendisini bir travmaya dönüştüren düşünce yerine daha akılcı ve yapıcı bir düşünce geçer. Böylece sosyalyaşamdan izole edinilen birey, hayata tekrar gözlerini ilk gün ışığıyla açar.

Devamını Oku

PSİKOPAT MISIN KARDEŞİM?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okurlarım, psikopat kelimesini çok duyduk çok okuduk. Zaman zaman SherlockHolmes gibi eserlerden bazen de bak bu adam psikopat cümlelerini insanların ağzından. Dilimizde derdest olan bu  sözcüğü biraz daha detaylandırmakta fayda var.

 ‘’The Mask of Sanity’’ adlı kitap, psikopatları şöyle resmetmiştir. Psikopat zekidir. Duygu yoksunudur. Utanması yoktur. Anti sosyal kişilik özelliklerini taşırlar.

Neden mi? Çünkü kişiye doğrudan zarar verme var ve verdikleri zarardan hiçbir şekilde vicdan azabını çekmezler. Çoğu insani duygulardan yoksundurlar. Psikopatlar, sosyopatlara nazaran daha tehlikelidirler.

Psikopatların sosyal algıları hissizleşir ve empati kuramazlar. James Blair’e göre psikopatinin temel nedeni sinirsel bozukluklardır. Yani amigdala ile hipokampüs bozuklukları vardır. Bu yüzden duyguları anlama, hatırlama, empati kurma vs becerileri yoktur ya da kullanılmıyordur. Joe Newman ise James Blair’inamigdala ve hipokaampüs düşüncesi yerine, ‘’ Stroop Etkisi’’ deneyinde; psikopatların strese girmediğini ve başkalarının da strese girdiğini anlamadıklarını ifade etmiştir. Karim ve arkadaşları dayaptıkları deneyin sonucunda; insanın ahlaki kararlarını veren sorumlu beyin bölgesinin-anteriorpreforontal korteks- TMS uygulandığında psikopatın yalan söyleme becerisi artıyor. Yani vicdani kararlar veren beyin bölgesi devre dışı kalıyor.  Daha önceki deneyler ve araştırmalardan biliyoruz ki  psikopat kişilerin anteriorprefrontalkorteklerinde diğer bölgelere nazaran daha az miktarda gri madde bulunmakta.

Peki kim bu psikopatlar diyeceksiniz bu bilgilerden sonra. Türkiye’de gerçekten psikopatlar var mı? Bakalım ünlenen psikopatları siz de duymuş muydunuz? Tornavidalı Katil, Ankara Yamyamı, Artvin Canavarı, İnsan Avcısı, Çivici Katil…

Bunlar Türkiye’de ses getiren seri katiller. Dikkatinizi çekmek istediğim asıl husus ise bu kişilerin seri katil olmadan önceki hayat hikayeleri. Hepsinin hikayesinde birbirine benzeyen yaşam ve büyüme koşulları gözünüze çarpacaktır. Düşük sosyoekonomik durum, ailesindeki anormallikler, sevilmeme, reddedilme ve bulunduğu toplumda ötekileştirmeyle beraber dışlanılmışlık hissi… İşte bütün bu saydıklarım önemli etkenlerdir ve bir araya gelip psikopati zihniyetli bireyleri oluştururlar. Demem o ki bu koşullar ve etkenler herkes için iyileştirilir ise bu kişilerin ortaya çıkmasını yahut oluşumunu ya engelleyebilirsek?

Devamını Oku

PSİKOLOG MUSUN DOLANDIRICI MI?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu soruyu soran eminim ki gün geçtikçe artıyordur. Çünkü psikoloğa giden her vatandaşın bu veya benzeri soruları terapi sonlanınca sorduğu sorudur. Türkiye’de gittiği psikoloğun kendisine iyi gelmediğini düşünenlerin sayısı günden güne artıyor. En azından benim gördüğüm böyle. ‘’Psikolog mu değil mi, nereden mezun, psikoloji lisans diploması var mı, sertifikanı görebilir miyim, terapi için yetkinliği var mı, ben gideceğim psikoloğu araştırdım mı?’’ sorularını sormadan sosyal çalışmacıya, sosyoloğa veya danışmanlık hizmetiyle sınırlı psikolojik danışmanlarına gidip ardından memnun kalmayıp psikologları kötülemek doğru değil. Neden mi? Çünkü psikolog değiller. Onlar psikolog değil deyip TPD’ye şikayet etmeniz, inanın sağlıklı bir terapiyi mümkün kılar. Ama yok ben bu soruları sormam etmem diyorsanız bugün Batman’da olduğu gibi İngilizce öğretmeni de terapist olur sosyoloji mezunu cinsel terapist de. Üstelik seansları da dudak uçuklatır.

Bir de psikolog olup da yetkin olmayanlar da var maalesef. ‘’Ohh siz de öyle çıkarsınız diye çok korktum. 6 yıllık psikolog ama dediğini yapmadım diye kızdı, terlik fırlattı. Psikoloğum kardeşim, arkadaşım ve ailemle dedikodumu yapıyor.’’ Bu cümlelerin meslektaşlarıma sarf edilmesi beni cidden üzüyor. Biz astrologların, yaşam koçlarının vs. mesleği istila etmesi yetmiyormuş gibi meslektaşlarımın da böyle olması…

Tabii eklemek istediğim çok önemli bir detay daha var. Özellikle Batman ve civardaki yerleşmelerde insanların, psikoloğa gidip ‘’Hadi beni iyileştir. Şimdi bak bakalım ben hasta mıyım? 2 seans oldu neden hala iyileştirmedin? Nasıl yani siz şimdi ilaç kullanmayacak mısınız? İlaç olmadan iyileşmek mümkün müdür? Hocam psikoeğitim falan filan anlamam. Çocuğu size emanet ediyorum ve iyileşmiş bulmak istiyorum. Çocuğum hasta ne diyeceksen onunla konuş, bizi niye dahil ediyorsun?’’ cümlelerini kullanması ve ardından psikoloğu yetersiz diye etiketlemek de halkımızın ayıbıdır.

Devamını Oku

TOPLUMLAŞAMAYAN DİN VE TOPLUMUN KESİŞİM NOKTASI: KORKUYA SAYGI

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bireysel bir varlık olmadığımızı anladığımız zamanlardan bugüne dek küçük küçük gruplaşmalar oluşturduk. Bazen bu gruplar büyüdü ve milletler, devletler gibi daha büyük topluluklar oluşturduk. Bu toplumlaşma, haliyle beraber yaşamanın getirdiği bazı sorunlar veya çözümsüzlükler de getirdi. Kimi zaman irili ufaklı ya da yazılı/yazısız birçok kuralın olduğu kitaplar yazıldı/söylendi. Kimi zaman da insanların da erişemeyeceği daha kutsal, daha ilahi ve daha bir bilinmez gücün kurallarına ihtiyaç duydular.  İşte tam olarak bu ilahi güce olan inanç beraberinde ilahi güce olan saygının yanında bir korku da geliştirdi. Ve insanlar korkunun olduğu yerde saygıyı ya unuttular ya da korkuyla karıştırdılar. Nihayetinde din denilen olgunun önce olgunlaşması ve sonucunda da patlak vermesi ile dinin büyüsü anlaşılmadan etkisini yitirdi. Zamanla diğer etmenler de dine ve Allah’a olan bakış açımızı ve inanç düzeyimizi olumsuz bir biçimde etkiledi.

Asıl değinmek istediğim ise korkuyla saygının karıştırılması hususudur. Önce diğer dinlerde başlayan sonra da İslam dinine sıçrayan bu konu hakkında konuşmak ve konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Bütün bağlılık ve inanç sistemlerini incelediğimizde önce anlaşılmak istediklerini görüyoruz. Daha sonra da saygı ve sevgi çerçevesinde ilişki sürdürülür. Biz de İslam dinini önce anlamaya çalıştık. Anlamaya çalıştığımız dönemlerde belki de en sağlıklı olan inanç ve saygı düzeyindeydik. Sonrasında Batılıların Doğululaşması yerine Doğuluların Batılılaşmaya başlaması tüm dengeleri değiştirdi. Doğu toplumları, ekonomik ve siyasi reformlarını örnek aldığı Batının dini, toplumsal ve gelenekler bütünlerini kendi toplumlarının zihinlerine empoze ederken aslında birçok inanç sistemlerini zedelemiş oldu. Çünkü tam olarak anlaşılmayan İslam dini, bilinçsiz ve anlaşılmaz bir batılılaşma şemsiyesi altında yıkıcı reformlara uğrayarak hem kendine olan bakış açısında sürekli olumsuz değişime gitti hem de toplumu soyut kavramlarla bir bütün haline getiren sosyolojik temellerine darbe üstüne darbe getirdi. Yanlış anlaşılsın istemem, İslam dinini batıl gören veya yaşatmak istemeyenlerin yüzünden bugün doğru yaşanmayan bir İslam’dan söz ediyorum.

Bugün İslam’da var olan bütün erklere saygı duyup güzel duygular beslemek yerine aman bu erkler çarpmasın, zarar vermesin ve acılı bir hayat yaşatmasın diye diye onlardan uzaklaşıp bir korku atmosferinde bu erklerden ırak bir yaşamın peşine düştük. Biz uzak kaldıkça bizden uzak kaldılar ve en son sadece belli zamanlarda muhtaç olduğumuz ama hep korktuğumuz bir varlık oldu Allah. Onun dostları da batılın yaşayan zihniyetlerine dönüştü.

Bütün bu değişim algıda yapılan bilinçli bir değişimin sonucunda oluştu hiç şüphesiz. Kimin yaptığı veya ne zamandan itibaren yapıldığı önemli değil. Önemli olan İslam dininde olduğu gibi diğer bütün inanç sistemlerinde korku ikliminden sıyrılıp prefrontal korteksi etkin olarak kullanmaktır.

Ama dinlere korku duymak, dinleri bireyselleştirmiş akabinde yalnızlaştırmıştır. Teknolojileşen düşünce yapımızda fazla sorgulamak bizi rahatsız ettiğinden hem dini hem de dini yaşayanları ötekileşirdik ve toplumdan soyutlamak zorunda bıraktık. Artık herkes sadece şoke eden durumlarda yaratıcısını hatırlar ve korka korka yardım ister. İster yardım gelsin ister gelmesin, kişi o an o durumdan kurtulduğundan yaratıcısını tekrar unuttuğu yere bırakır. Bu durumun sebebi açıkça ortadadır aslında. Biz insanlar korkuyu sevmeyiz ve sürekli uzak durma gayretinde oluruz. Bu sebeple yaratıcısını unutmanın en iyi yolu sevmediğimiz korkuyla bütünleştirmektir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.