Mecburiyetlerimiz var. Zorunluluklar yerine göre özgür davranmamıza engel oluyor. Sorumluluklarımız, sosyal yaşantımızda rahat hareket etmemize imkân vermeyebiliyor.
Özellikle sahip olduğumuz şeyler söz konusu olunca bağlılık duymak ve koruma bilinciyle hareket etmek kaçınılmaz hale dönüşüyor.
Gerçek olan şey hayal dünyasında yaşamadığımız ve gerçek hayat ile gerçekleşmesini istediğimiz hayallerin uyuşmadığı zamanları yaşamak zorunda olduğumuzdur.
Kendi benliğimize sahip çıkmak zor mu?
Yakınlarımıza veya yaşamımızın değerli parçalarına değer vermek sorun mu yaratıyor?
Değil aslında…
Ama kişilik özelliklerimiz, yaşamı ve insanı algılama kapasitemiz bazı engelleri önümüze koyarak hayata olumlu bakmamızı önlüyor.
Sahip çıkmamız gereken öylesine çok şey var ki!
Farkında değiliz ve sahiplenmenin önemini algılayamıyoruz.
Daha doğrusu işimize gelmeyen çok şey var. İşimize gelmeyen, sorumluluk edinmekten kaçınmamızı sağlayan, çıkarlarımıza ve menfaatlerimize uymadığından saf dışı bırakmamıza sebep olan öylesine çok durumlar var ki!
Kendi benliğimiz ve bilincimizin önemi bir tarafa aile bireylerini, yakın çevredeki insanları, bulunulan ortamlarda ortak yaşama katılan canlıları ve edinilen mevki ve makamların iletişiminde bulunulan bireylerini sahiplenme konusunda eksi puanlar hanemize yazılıyor.
Teknolojik yapılanmanın makineye bağlılık yaratan etkileri mi, insan sayısının artması ve kalabalık ortamların resmileşen ilişkileri mi, insanlar arası dayanışma ve birliktelik ruhunun önceleri verdiği inanç ruhunun zayıflaması mı bilinmez!
Yalnızlaşma ve sosyal ilişkilerden-ortamlardan kopmanın talihsizliğinde hayattan zevk alamamanın şansızlığını yaşamaya devam ediyoruz.
Asıl zorunluluğumuz yaşamımızı sürdürme noktasında temel ihtiyaçlarımızı gidermek ve yaşam alanımıza sınırlı insanları koymak değil; Sorumluluk ve ortak hayatın önümüze koyduğu topluluk sürecinde sahiplenmeyi, bağlılığı hem dini hem de ahlaki anlamda kabullenmek olmalıdır.
RAMAZAN SOHBETİ (2)